1 Eylül 2009 Salı

Mudanya,Trilye,Cumalıkızık

Mayıs ayında arkadaşlarımız Cansu ve İlker ile birlikte haftasonu İstanbul'a yakın biryerlere gidelim diye konuştuktan sonra araştırmalara başladık ve en sonunda Mudanya ve Trilye'ye gitmeye karar verdik.. Trilye'de kalmayı planlamıştık aslında ama orada hep çok küçük pansiyonlar olduğu için yer bulamadık ve bunun üzerine nasılsa yakın (20 dak) diye Mudanya'da kalmaya karar verdik.. Çok güzel bir otel bulmuştuk.. Otel Montania..(http://www.montaniahotel.com/) Tam deniz kenarındaydı.. Eski tren garını restore edip otel haline getirmişler.. Çok şirin bir yere benziyordu.. Rezervasyonumuzu normal odalardan yaptırdıktan sonra organizatör olarak tüm yolculara bilgi verdim.. Cansu daha sonra telefon ederek otelin VIP odalarını çok beğendiğini,, orada kalıp kalamayacağımızı merak ettiğini söyledi.. Fiyat farkı oldukça yüksek olduğu için kalamayacağımızı düşündüm..Ancak 1 saat sonra Cansu'dan haber geldi.. oteli aradığını, VIP odaları sorduğunu ve fiyat farkı olmadan o odaları ayarladığını söyledi.. Sanırım telefondaki adam çenesinden sıkılmış olsa gerek..;)
Ama iyi de oldu yani ne yalan söyleyeyim.. ;)
Cumartesi sabahı Yenikapı-Yalova feribotuna binecektik.. İlker İzmir'den geçecekti Bursa'ya, biz de ben,Altan ve Cansu gidecektik.. Feribottaki soğuk ve kalabalık yolculuğumuzdan sonra Yalova'ya indik ve Bursa'ya doğru yola koyulduk..
Çok uzun olmayan bir yolculuktan sonra Mudanya'ya geldiğimizde İlker çoktan odaya yerleşmiş, üstünü değiştirmiş, hatta yürüyüşe bile çıkmıştı.. :) Bizler de hemen odalara yerleşip dışarı çıktık ve ilk durağımız olan Mudanya Mütareke Evi'ne doğru yürümeye başladık. İlk izlenimimiz Mudanya'nın ufak,şirin bir kasaba olduğuydu.. Sahil yolunda yol boyu çay bahçesi,restoran vardı.. Mütareke evinin bir tek zemin katı ziyarete açıktı. Girişte sürekli sessiz olun uyarısı yapan bir amca duruyordu.. İsmet İnönü'nün ve diğer ülkeleri temsil edenlerin de sembolik olarak masa başında heykellerinin bulunduğu birkaç odayı gezdikten sonra otele doğru gidip arabayı alıp Trilye'ye gitmeye karar verdik..
20 dakikalık bir yolculuktan sonra nihayet Trilye'ye vardığımızda tam öğle vakti olduğu için hava çok sıcaktı ve kasabanın içinde gezebilecek koşullar pek yoktu dolayısıyla.. Trilye'yi tepeden gören bir çay bahçesinin olduğunu internetten öğrendiğimiz için oraya gidelim dedik...


Burada serin serin epey bir süre oturduk.. Biraz karnımızın açlığını da bastırdıktan sonra "Trilye sokakları bizi bekler!" dedik ve tekrar aşağı, merkeze indik, deniz manzaralı otoparka arabayı parkettik ve önce akşam yemek yiyeceğimiz restoranı seçelim dedik.. Bu arada denizin hemen dibine otopark yapıp bütün restoranları da yolun diğer yanına yapmaları tuhaf geldi bize... Restoranlara uzun uzun karşıdan baktıktan sonra Şeker Ev isimli olanda karar kıldık.. Adamlarla akşam geleceğimiz saati ve yiyeceğimiz balığı konuştuk ve pazarlığımızı da yaptıktan sonra artık yürümeye, keşfetmeye hazırdık.. İlk durağımız Taş Mektep oldu.. Eskiden Trilye ortaokulu olan bu yapının şimdi yıkıma terkedildiğini görmek biraz içimizi burktu açıkçası.. Yazık...
Trilye'de genelde bir bakımsızlık hakim.. Çok farklı tipte yapılar var.. Yan yana olan 2 binadan biri gayet bakımlı,restore edilmiş iken hemen yanında daha yeni mimariyle yapılmış ama son derece bakımsız bir bina görmek mümkün..

Genel olarak sokaklar çok tenhaydı onun için rahat rahat gezdik.. Sakin, huzurlu bir yer...

Internette Trilye'yi araştırdığınızda görülmesi gereken yerlerden biri de Resimli Kilise..
İçine giriş yasak.. sanırım çökmek üzere.. ama dışarıdan bulduğmuuz bir boşluktan fotoğraflarını çekebildik..

Bu sakin sahil kasabasındaki gezintimizde sokaklarda avare avare gezmek dördümüzün de çok hoşuna gitmişti.. İstanbul'daki koşturmacanın çok uzağında sadece huzuru içinde barındıran bir gün geçiriyorduk ve acıkmıştık.. :) Ama biraz daha vakit vardı akşam yemeği için.. Biz de buranın meşhur zeytin ve zeytinyağlarından almak istiyorduk.Zeytini köy pazarındaki teyzelerden aldık ama istediğimiz lezzette olanını bulmak çok kolay olmadı.. Trilye'nin meşhur çok etli, çekirdeği etinden ayrılan zeytinini bir türlü bulamamıştık. En son teyzenin birinin tezgahında kilosu 10 tl den bulup aldık.. (Diğer zeytinlerin kilosunun 4-5 tl olduğunu söylemek isterim..).. Zeytinyağı için ise adres belliydi.. Eski bir futbolcu olan İsmail Emil'in dükkanı.. İsmail Amca zamanında Bursaspor'da oynarken Beşiktaş'a bir gol atmış.. Dükkanın her yerinde o golle ilgili çıkan haberlerin olduğu gazete haberleri asılı.. Çok da tatlı bir amca.. Ondan almadan önce Şeker Hanım isimli bir dükkana da girdik.. Dükkan gayet albenili ama adam biraz iticiydi.. Reçellerini Ritz Carlton'da, Çırağan'da kahvaltıda servis yapıyorlarmış falan... övdükçe övdü.. Oradan da çıtır kabak aldık gerçi farklı olduğu için.. ve kesinlikle tavsiye ederim... Gerçekten çok lezzetli ve farklıydı...
Veeee acıkmıştık... Kendimizi Şeker Ev e attık. Üst katta balkonda oturacaktık.. Diğer restoranları bilmiyorum ama Şeker ev meze açısından oldukça fakir.. Patlıcan salatası hariç hiçbir meze yok.. Anlaşılan burada sadece balık,kalamar,karides ve salata yeniyor..
Balık olarak minekop ve barbunya seçmiştik.. Trilye'nin barbunyası meşhurmuş, o dönemde yenmeliymiş...
Tıka basa yedikten sonra sanırım hava da çarpmış olacak ki hepimize bir uyku bastırdı.. Mudanya'ya otelimize dönüp Eurovision finalini de izleyerek miskinlik yapmaya karar verdik..
Ertesi gün otelde çok keyifli bir kahvaltı yaptık. Otelin deniz kenarında olması ve havanın da güzel olması hoşumuza gitmiş, güneşin sıcaklığıyla mayışmıştık.. Cansu ve İlker bizden de önce kalkarak havuz kenarına güneşlenmeye inmişler..
İşte otelden ve keyifli günümüzden manzaralar....
Bu kadar keyiften sonra artık yola çıkma vakti gelmişti.. Akşam feribot saatine kadar vaktimiz olduğu için gidecek başka bir yer bulmamız gerekiyordu ve Cumalıkızık ve Bursa merkez'de karar kılmıştık..
Otelden ayrılmadan VIP odamızın fotoğraflarını da çekmeyi ihmal etmedik tabi..:)

Bursa'ya geldiğimizde Cumalıkızık'ı bulmakta biraz zorlandık çünkü elimizde kötü bir Bursa haritası vardı.. Tramvayı ve elimizdeki haritadaki duraklarını takip ederek sonunda köyü bulduk..
Burası Trilye'ye göre oldukça bakımlı.. Bunda Bursa Mimarlar odası'nın bu köydeki çalışmaları da oldukça etkili olmuş tabi.. Kınalı Kar dizisinden sonra çok meşhur olmuş bir yer burası.. İşi biraz çıkara dökmüşler tabi.. Dizinin çekildiği konağın önünde "Kınalı Kar'ın çekildiği konakta kahvaltı etmek istemez misiniz?" "Kalmak istemez misiniz?" gibi koca koca yazılar var..Trilye'de de çeşitli diziler çekilmiş ama orası işi ilerletememiş.. sakinliğini korumuş.. Cumalıkızık acaip kalabalıktı. Daracık köy sokaklarında yürümekte neredeyse zorlanıyorduk.. Ama çok da şirin bir köydü..
Gezimizin sonuna doğru hızla yaklaşıyorduk.. Buraya kadar gelmişken Bursa'yı da şöyle bir görmeden ve iskender yemeden dönmeyelim dedik ve şehir merkezinde bir otopark bulduktan sonra doğru Ulu Camii'ye...

Camide en çok dikkatimizi çeken şadırvanın içeride olmasıydı..
......Evet iyice acıkmıştık ve iskender yemek için sabırsızlanıyorduk.. İskender'in ilk yapıldığı,asıl yerinde yemek istiyorduk.. Bu aşamada annem yardımcı oldu bize.. Seneler önce üniversitede okurken geldiği halde yerini tarif etti ve böylece elimizle koymuş gibi bulduk..
İskender gerçekten çok lezzetliydi ama ucuz olmadığını söylemeliyim..:) Taş yerinde ağırdır diye boşuna dememişler..;)

Artık gitme vakti gelmişti.. Yavaş yavaş Yalova feribot iskelesine gittik ve feribotumuza bindik... Gezimiz sona ermişti.. :( Gerçekten çok güzel, huzurlu, herşeyden uzaklaştığımız bir haftasonu geçirmiştik.. Arada böyle kaçamakların gerekli olduğuna karar vererek vedalaştık arkadaşlarımızla...

Hiç yorum yok: