30 Ağustos 2015 Pazar

Neler yedik,içtik acaba?

Evet.. gezdiklerimizi anlattığıma göre sıra geldi yediklerimize, içtiklerimize..Kimi zaman turistik takılsak da bayıldığımız yerel mekanlar da keşfettik. Bir daha gitsem kesin yine giderim dediğim mekanlar da olmadı değil. Umarım bu yazıyı açken okumuyosunuzdur..:)

Cumartesi öğlen kesinlikle gitmemiz gerek diye not ettiğimiz “Pastificio” isimli makarnacıya gittik. Burası İspanyol merdivenlerine çok yakın, ilk yazıda da bahsettiğim Via Della Croce sokağındaki sayısız yerden biri. Geçerken çok dikkat çekmiyor, zira burası bir restoran değil. Ufacık, salaş bir dükkan. Her gün öğlen saat 13.00da 2 çeşit makarna çıkartıyor sadece.Ama siz siz olun sakın o saatte kadar beklemeyin gitmek için. Zira biz saat 12.15 gibi önündeydik ve kuyruğun ilk başındaydık. Sonradan epey uzun bir sıra oldu burada. İçerisi hayli küçük bunu belirtmek isterim. Yani ne kadar erken o kadar şanslı :) Çeşitlerden biri çoğunlukla domuz etli oluyor. Taze açılmış makarna hamuruyla ve taptaze malzemelerle pişiriyorlar makarnaları. Biz gittiğimiz zaman olan çeşitler: kabaklı ve kıymalı, domates soslu makarnaydı. Her 2 çeşitten de aldık ve kağıt tabaklarımız ve plastik çatallarımızla geçtik bir köşeye, başladık ayakta yemeye.. :)
Bu arada mekanda isterseniz yine plastik bardaklarda kırmızı şarap da ikram ediyorlar.. Kabaklı makarnanın sosu lezzetliydi ama makarnayı “al dente” seven bana bile fazla diri geldi açıkçası.. Domates soslu olan daha iyi pişmişti ne yalan söyleyeyim.. Burası eskiden yerel bir yermiş tabi ama şu an burada yemek yiyenlerin yarısından fazlası yabancıydı diyebilirim sanırım. Lezzetli, biraz yerel  ve gerçekten ucuz;) bir yerde yemek isterseniz kaçırmayın derim.. Makarna + şarap veya su  4 euro. Daha ne olsun :)

Yemek sonrası hemen çapraz dükkanda bir tiramisu yemeye ne dersiniz? O zaman sizi “Pompi” isimli
meşhuuuuur tiramisucuya alalım.( http://www.barpompi.it/) . Alışık olduğunuz klasik tiramisu haricinde değişik çeşitleri de bulunmakta. Biz klasik ve orman meyveli aldık. 4 kişi afiyetle yedik.. Orman meyveli harikaydı. Klasiğe zaten diyecek yok. İsterseniz dolaptaki donmuş olanlardan alıp yolunuza devam edip, birkaç saat sonra çözülünce bir mola verip herhangi bir meydanda da yiyebilirsiniz. Klasik ve orman meyveli haricinde; çilekli, fıstıklı,muzlu ve çikolatalı,fındıklı ve yaz için Pina Colada’lı bile vardı.. Tatlı seven bir insan evladının gözünün dönmesi işten değil :)

İlk akşam için not aldığım birkaç yer vardı ama kimisinin yeri uzak geldi. Kimisi de kapalıydı.. En sonunda turistik bir yer olduğunu bildiğimiz, Fettucine al Fredo makarnanın ilk yapıldığı yer olan “Il Vero Alfredo” da yemeye karar verdik akşam yemeğimizi. (http://www.alfredo-roma.it/ ) Mekan Türk kaynıyordu diyebilirim sanırım. Alfredo için “Fettucine’nin kralı” diyorlar.. :) O ne muazzam bir lezzettir öyle.. Bu makarna çeşidi hakkında bildiğiniz herşeyi unutun çünkü Türkiye’de restoranlarda yapıldığı gibi kremayla yapılmıyor, hele hele tavuklu hiç yapılmıyor.. :) Tereyağ ve parmesan peyniri  makarnanın haşlama suyu ile karıştırılınca kıvamlaşıyor ve enfes bir sos halini alıyor..  4 kişi için kocamaan bir servis tabağında makarna geliyor, garson gözünüzün önünde bir ton parmesan peyniriyle karıştırıyor ve sonra tabaklara servis yapıyor. Son kişinin önüne ise servis tabağında kalanı aynen bırakıveriyor. Biz makarnanın yanına restoranın başka çeşitlerini de deneyelim dedik ama tavsiye ederim siz öyle yapmayın. Sadece fettucine isteyin ve yiyin gari :) Gerçi ortaya istettiğimiz karışık enginar tabağı da fena değildi.(Menüdeki adı:Carcioffisimo). 4 çeşit pişirme şekliyle 4 minik enginar geliyor masaya.Alla Romana,Alla giudia, grigliato,fritto.. Yani Roma usulü,Yahudi usulü,Izgara ve Kızarmış.  9 euroydu bu  antipasto. Fettucine All’Alfredo ise menüde “La Vere Maestosissime fettucine all’Alfredo” olarak geçiyor ve 19 euro fiyatı. “Neee bir makarnaya 60 lira verilir mi?” dediğinizi duyar gibiyim. Ama inanın pişman olmayacaksınız, hatta parmaklarınızı yiyeceksiniz ve hatta kimbilir belki bizim gibi son gece bir daha geleceksiniz..:)


Yerini tarif etmek gerekirse; Via del Corso üzerinde sırtınızı Vittorio Emmanuele anıtına verip Piazza del Popolo’ya doğru yürürken sol tarafta bir Camper mağazası göreceksiniz. Hemen yanında da bir kilise. İşte bu kilisenin bitiminde sola doğru bir sokak var. Bu sokağın sonunda yine solda görebilirsiniz restoranı. :)

Karnımız da doyduğuna göre Roma gecelerine akabiliriz artık :) Hele de günlerden cumartesiyse. Aslında bu gece için planımız bu yazının ilerleyen bölümlerinde anlatacağım Jerry Thomas Project Bar’a gitmekti ama rezervasyon için aradığımızda Cumartesi akşamının dolu olduğunu, ancak Salı gece için yer ayarlayabileceğimizi öğrendik. Tabi ki Salı gecesini kaçırmadık. Ayrıntılar az sonra.. :) Ne yapsak ne yapsak derken aklımıza Hard Rock Cafe geldi. Zaten Piazza Barberini ve Via Veneto’ya gitmek istiyordum. Metro ile gidelim dedik ve Spagna durağından girdik içeri. Via Veneto tabelasını gördük, yürüyerek de metro içinden gidilebiliyormuş. Başladık yürümeye ama git git bitmedi arkadaş. Metroyla gitsek daha iyi olurdu sanırım. Ama metro içerisinde ilginç bir gece kulübüne de rastladık bu sayede..  Neyse efendim geldik Via Veneto’ya.Burası lüks otellerin, restoranların olduğu, çok şık bir cadde. Başladık en tepesinden aşağı doğru yürümeye. Hard Rock Cafe’nin önüne geldiğimizde ise kaçınılmaz son: sıranın kendilerine gelmesini bekleyen onlarca insan..Kimi ayakta, kimi kaldırıma oturmuş.. İçeri girip şansımızı deneyelim dedik ama ne mümkün. 2 saat sonra bile sıranın geleceği garanti değil. Venedik’teki Hard Rock’ın aksine burası hele de Cumartesi akşamı, rezervasyonsuz katiyen gelinmeyecek bir yer.. Gitmek isteyenlere duyurulur.. Başka yer buluruz diye Piazza Barberini’ye doğru yürüdük. Ve çok şirin, lokal bir Bar olan (Yani gündüz çeşit çeşit İtalyan kahvesi içebileceğiniz, sandviç, dilim pizza vs. yiyebileceğiniz, gece ise yine bunlarla beraber isterseniz de içki içebileceğiniz, şirin mi şirin yerlere bar deniyor İtalya’da aklınızda olsun:)) Pepy’s Bar’a girdik. Mekan kalabalıklaştıkça güzelleşti. İtalyanların çoğu ayakta, ellerinde birer kadeh içki, dostlarıyla ve hatta tanımadıkları diğer kişilerle sohbet ediyorlardı. (http://www.pepysbar.it )
İtalya’da olduğunuzu hissedebileceğiniz mekanlardan bu tip yerler. Bu yüzden de çok keyifli bence..

Pazar günü sabah erkenden Pompei ve Napoli’ye gittik. Haliyle öğle yemeğini Napoli’de yedik.Pizzanın anavatanında ne yiyebiliriz ki: tabi ki pizza. Napoli’de pizza yedikten sonra Türkiye’dekilerin pizza değil hamur olduğunu düşünmüşümdür hep. Domates sosunun lezzeti, o hamurun inceliği bence tartışılmaz diyicem ama kimi insan kalın hamur seviyor. İtalyan pizzasını sevmeyenler de var bana ilginç gelse de :)

Napoli’de tren istasyonunun dışına çıkınca atladık bir taksiye ve en klasiğinden bir yağız Napolitan genci olan şöforümüzle sohbet ede ede Via dei Tribunali’ye doğru yol aldık. Bu sırada tabi özlediğim italyancayı konuştuğum için mükemmel hissettiğimi de burada belirtmeden geçemiycem.. Bize bu sokaktaki en iyi pizzacıları saydı Napolitan dostumuz. Il Presidente, Di Matteo, Sorbillo en iyileriymiş... En uzağı Sorbillo’ydu. Önüne kadar yürüyüp hangisine girsek diye karar vermeye çalışırken sokakta 2.turu attık ve o sırada Il Presidente’de sıra bitmiş gibiydi. Hemen daldık içeriye.. Alt katta yer varmış neyse ki. (http://www.dalpresidentepizzeria.it/ )



Pizzaları nefes bile almadan bitirdik sanırım. Eh sabah erkenden yola çıkmış ve epey yürümüş olmanın da etkisi vardı tabi.. Sokak pizzacılar haricinde tatlı için de bir cennet resmen. Vitrinleri iştah açıcı olan bir çok pastane var. Biz de bunlardan birinden Napoli tatlıları alıyoruz tabi.Sinan Abi’nin gözü “Il Baba” isimli tatlıda kaldı ve en kocamanından aldı bir tane ama bizim “ıyy bunun tadı çok kötü” söylemlerimizden dolayı yiyemedi maalesef..:( Ben de Venedikte’de yediğim ve beğendiğim Zeppole yedim.. Ayrıca Limoncello fabrikası adı altında bir dükkan da bulunmakta. Burada da limoncello tadımı yapabilir,limondan yapılma marmelatlar, bisküviler,çikolatalar alabilirsiniz..

Akşam Roma’ya döndükten sonra neredeyse hala midemiz doluydu diyebilirim. Bu sebeple azıcık
atıştırma ve şarap maksatlı bir restorana oturalım dedik. Yine Via del Croce üzerindeki Antica Enoteca’da bulduk kendimizi. Kilise duvarı gibi duvarları, kocaman avizeleri olan bir yer burası. Biz ortaya peynir tabağı ve şarap söyleyip keyifli sohbetler ederek ve kalan günler için plan yaparak geçirdik akşamı..

Gelelim Pazartesiye.. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağdı demek az kalır, leğenle dökmüş gibi yağıyordu, dehşet yağıyordu valla yağmur. Dolayısıyla planlarda değişiklik yapmak zorunda kaldık ve o gün için not ettiğim fırına gidemedik. :( Campo dei Fiori yani Çiçek Pazarı meydanında Ristorante Sloppy Sam’s diye bir restorana resmen atıverdik kendimizi. Montların üstüne giydiğimiz naylon yağmurluklar artık fayda etmez bir haldeydi. Montlarımız sırılsıklamdı ve kıyafetlerimiz de ıslanmaya başlamıştı. Tepedeki ısıtıcılara doğru montları koyduk hemen kurusunlar diye.. Ve Vatikan Müzesi’ne randevumuz olduğu için en çabuk gelecek şekilde pizza istedik hepimiz..Lezzet fena değildi. Mekan şirindi, meydanı izlemek için gayet iyiydi.( http://www.sloppysamsrome.com/). Muhtemelen normal bir havada tercih edeceğimiz bir yer değildi ama kötü de diyemem şimdi ne yalan söyleyeyim.. :)

Roma’ya gideceklere Trastevere bölgesinde bir akşam yemeği yemelerini tavsiye ederim. Keyifli bir bölge. Gitmeden önce birçok yerde bu bölgedeki tüm restoranlarda yemek yiyebileceğimizi, sıkıntı
olmayacağını, beğeneceğimizi okumuştum. Bizim bu akşamki ilk planımız aslında Roma’nın en ünlü aperitivo adreslerinden olan Freni e Frizioni ‘de aperitivo saatine dahil olmak ve sonrasında yemek yemekti bir yerlerde ama yağmur, ah o yağmur bozdu tüm planımızı. Saatinden önce oradaydık ve Freni e Frizioni de hazırlıklar dolayısıyla kapalıydı. Haliyle başımızı sokacak başka bir yer bulup sonra gidelim dedik ama oturduğumuz yeri de pek sevdik. Kaldık orada yemek saatine kadar..Cafe Friends. Aperitivo saati de bir sonraki ziyarete kalsın artık.. :) Ama gideceklere tavsiyem bir akşamüstü yemek öncesi bu olaya dahil olun.. Bir italyan misali iş çıkışı arkadaşlarınızla buluşup 2 kadeh birşeyler içiyormuş gibi davranın bir kere.. :)

Yemeğe gelincee.. Neredeyse tüm sokaklarını gezdikten sonra tam aradığımız gibi şirin, sıcak, samimi bir yer bulduk biz: Il Ciak. Roma ve Toscana mutfağımdan yemekler bulabileceğiniz, gencecik bir sahibi, çok tatlı bir garson teyzesi olan, şipşirin bir yerdi. Çok hoşumuza  gitti bizim. Tavsiye eder miyiz dersenizeEvettt ederizz.. Biz ne yedik derseniz: Tonnarelli cacio e pepe(bol parmesanlı, karabiberli bir makarna), Ravioli al ragu’(kıymalı italyan mantısı), Tagliata alla Fiorentina(Floransa usulü kesilmiş biftek-bunu beyler söylemişti ama porsiyonu ufak geldi :)), Bruschetta al pomodoro,Carciofo alla Romana(Roma usulü Enginar),Patate al forno o alla brace(fırında patates), tatlı olarak da Ricotta –mandorle,pistacchi croccanti e crema di limone ve Tiramisu. Tiramisu bizce pek başarılı değildi ama ricottalı tatlı harikaydı.. Garson teyze illa bundan alın ben yapıyorum dediğinde burun kıvırmıştık ama daha olsa yerdik yani öyle söyliyim :)


Karnımız tabi ki yine fazlasıyla doyduktan sonra bu geceki diğer durağımıza sıra gelmişti. Peroni Biracısı.. Kolay aratabilmeniz için italyanca ismini de yazayım: Antica Birreria di Peroni.. Burayı da gitmeden önce uzun araştırmalarım sırasında bulmuş ve not etmiştim.  Bir yere gitmeden yaptığım bu araştırmaları çok seviyorum bu arada.. Yerel yerler bulmak, oralarla ilgili neye benzediğine dair, ne zaman gidileceğine ve ne yiyip ne içileceğine dair hayaller kurmak acaip eğlenceli ve motive edici bence.  :) Burası da öyle bir yerdi. Birasever kocama göre bir yer olduğunu düşünmüştüm. Yer olarak Vittorio Emmanuele anıtına çok yakın.. Sırtınızı anıta verip Via del Corso ya girmeden sağa doğru yürüyüp sonra solda bir sokağa giriyorsunuz. Ama en iyisi sorun tabi oralarda bir bilene tıpkı bizim yaptığımız gibi.. Hemen gösteriversinler bu 1906 dan beri açık olan bira evini..Bu arada bira meraklılarına duyuru: Birra Moretti ve Peroni’nin kırmızı biraları var.Acaip lezzetli. Bir kere içtikten sonra her yerde o birayı aradı Altan.. Haliyle bu  bira evinde de ilk sorduğu şey o oldu.. Peroni’nin kendi bira evinde bulmamak imkansızdı tabi ki:) Ancak masalarda oturmak istiyorsanız yiyecek birşeyler de istemeniz gerekiyormuş. Mecburen o kadar tokluğa rağmen aldık bizde..Kabak Çiçeği kızartması(Fiore di zucca ) ve Karışık kızartma(Fritto mista) söyledik biraların yanına eşlik etmeleri için.. Siz bizim gibi yemek sonrası içmek için değil de yemek için de gidebilirsiniz ama.. Gayet çeşitli yemekleri de bulunmakta.


Roma'daki son akşamımızda ise çok özel bir yere gittik. Gitmeden önce araştırmalarımda Roma'da gece nereye gitsek diye bakınırken Dünyanın en iyi 50 barından biri olarak gösterilen bir yer dikkatimi çekti: Jerry Thomas Project Bar. Biraz daha fazla araştırınca ilginç bir yer diye düşündüm. Kesin gitmeliydik buraya..
Mekana telefonla rezervasyon yaptırmanız gerekiyor öncelikle..Biz Cumartesi akşamına yer bulamayınca Salı gece için rezervasyon yaptırdık . İyi ki de öyle olmuş. Çünkü şansımıza o gece çok keyifli müzik vardı, canlı bir program vardı.. Barın olduğu sokak çok ıssız, burada bar falan olamaz diye düşünüyorsunuz ama çekinmeyin girin sokağa.. Siyah kapılı  binanın önünde durun.Üstünde Il Professore yazan zili çalın ve Karındeşen Jack filmlerinden fırlamış gibi durankapının üsündeki dikdörtgen pencerenin açılmasını bekleyin.. Bir çift gözle burun buruna geleceksiniz. Adınızı söylemenizle pencerenin kapanması bir oluyor. Az sonra kapı açılıyor ve içeri buyur ediliyorsunuz. İçerisi ufacık.. Büyükçe bir evin salonu kadar diyebilirim sanırım. Garsonlar sıraya dizilip karşılıyorlar sizi. Onların da tipi oldukça değişik. Neyse oturuyorsunuz gösterdikleri yere. Bu arada bir hatırlatma yapmak istiyorum. Burada kredi kartı geçmiyor. Sadece nakit çalışıyorlar. Aklınızda olsun. Üyelik ücreti olarak 5 euro alıyorlar kişi başı. 1 sene içerisinde bir daha giderseniz o parayı vermiyorsunuz.Bir üyelik kartı da dolduruyorsunuz tabii :)
İçkiler çok farklı, hepsi profesörün kendi icadı. Alışık olduğunuz içkiler yok. Çeşit çeşit kokteyl var diyebilirim.

Bizim gittiğimiz akşam İrlandalı bir showman vardı. Saksafon ve piyano eşliğinde inanılmaz keyifli bir akşam yaşadık.. Üstelik adamlar barın müşterisi gibi hemen yanımızdaki koltuklarda oturdular. Çok güzel müzik,danslar eşliğinde son gecemizi unutulmaz kıldılar..

O gece bir de 3 tane Hollywood aktörü vardı mekanda. Önce bu adamı bir yerden tanıyoruz falan diye düşündüğümüz Owen Wilson'ı gördük. Internet sağolsun filmlerini aratınca hatırladık adamı. Arkasından Eric Bana çıktı karşımıza. En son zil çalış da içeri Ben Stiller girince "Yok artıık" dedik birbirimize. Adamların fotoğraflarını çektirtmiyorlardı tabi ama gizlice çekebildik 2 tanesinin fotoğrafını.. :)

Son gün Hande Abla ve Sinan Abi bizden önce döndüler. Biz de son turları atarken yağmur dolayısıyla gidemediğimiz fırına gidelim dedik.. ve iyi ki gitmişiz diyebilirim.. "Antico Forno Roscioli".. Hayatımda yediğim en güzel fesleğenli lazanyayı yedim diyebilirim. Her kim Roma'ya giderse buraya uğramadan gelmemeli bence. Fırına girdiğinizde önce pizzaların olduğu tezgah karşılıyor sizi. İtalyanlar Rosso veya Bianco pizzaları ekmek gibi kullanıp arasına şarküteri malzemesi koyduruyorlar. Rosso-domates soslu pizza, Bianco ise beyaz, yani pizza hamuru.. Önce bir bu tezgahı pas geçin derim ben ve sol taraftan içeri doğru geçip ev yemeklerinin olduğu tezgaha gidin ve gözünüze güzel gelen yemeklerden ortaya karışık yapıverin.. Pişman olmayacaksınız. Biz fesleğenli lazanya, parmesanlı patlıcan ve enginar aldık. Çıkarken de tadına bakalım diye pizzalardan da alıp paylaştık. Patlayana kadar yedik.. Fırın olduğu için fiyatları da gayet uygun. Şarap da içebilirsiniz yemeklerin yanında aklınızda olsun.
Gidin, bana dua edeceksiniz eminim.. :)

Yemek duraklarını da yazdığımıza göre sıra geldi Napoli,Pompei ve Tivoli yazılarıma.. Azzz sonraaa.. :)