2 Aralık 2014 Salı

Rotisserie Noir

Geçtiğimiz ay bir akşam Efe'yi anneannesine bırakıp dışarı çıktık.Daha önce gitmediğimiz, bir yer olsun diye araştırırken Bağdat Caddesi'nde açılan Rotisserie Noir isimli bir yer gördüm. Okuduklarım merak etmeme yetmişti, hemen rezervasyon yapıldı ve akşam Hande abla ve Sinan abi de aranıp buluşmak için sözleşildi..

Mekan Fransız yemekleri yiyebileceğiniz bir restoran.Dekorasyonda siyah ağırlıklı. Zaten ismindeki Noir da siyah demek :)

O gece gittiğimizde Fenerbahçe bayan basketbol takımı da oradaydı. Haftaiçi olmasına rağmen doluydu diyebilirim sanırım.

Menü tek sayfa.Çok çeşit yok gibi görünüyor ama buranın olayı rotisserie dedikleri pişirme usulü.
Duvarda bir rotisserie makinesi var. Seçtiğiniz etler, sosisler kancalarla bu makineye asılıyor ve çevrile çevrile, ağır ağır pişiyor. Makine, içindeki volkanik taşların ısınmasıyla ısıyı eşit olarak dağıtıyor, böylece etlerin dışı süper pişip mühürlenirken içleri de sulu kalıyor.
Bu makinede aynı zamanda tatlı olarak ikram edilen muz ve ananas da pişirilebiliyor..


Etlerin yanına da çeşitli garnitürler söyleyebilisiniz. Bu arada birkaç çeşit de kendilrei ikram etmeyi ihmal etmiyorlar..
Menüye kendi websitelerinden ulaşabilirsiniz: http://www.rotisserienoir.com.tr/ diyor ve hemen bizim tadına baktıklarımıza geçiyorum..

Önce ortaya başlangıç olarak Amuse Bouche geliyor.. Bu ,sıcak bal,tarçın ve eritilmiş keçi peyniriyle ve yanında özel tereyağ..O peynirin bal ve tarçın ile uyumu, yanında getirdikleri sıcak ekmekle birleştiğinde ağzınızda bıraktığı tat bizce muhteşemdi.. :)

Soğan çorbası söyledik, nette okuduğum yorumlarda muhakkak tadılmalı diye öneriliyordu.. Hoşumuza gitti.

Yine başlangıçlardan acılı mayonezle sunulan Merguez sosis gayet lezzetliydi.. Sucuğa benzettik biz tadını..


Et olarak lokum, dana şiş ve pirzola söyledik-ki bence en güzeli pirzolaydı açık ara.. Böyle bir lezzet yok..Ama mekan ile ilgili tek eleştirim porsiyonların küçüklüğü olabilir.. Bir porsiyon pirzolada 2 kalem pirzola getirmeleri bizi bizden aldı gerçekten.. :) Lezzetin muhteşemliğine, pirzolanın yumuşaklığına tav olup bir porsiyon daha söyledik sonradan.. :)Uzun süre bekleseniz de.. bizce beklemeye değer..


Lokum ve dana şiş ise fotoğrafını çekemeden midemizde yerini aldı maalesef..
Trüf yağı ile fırınlanmış patates,kremalı ıspanak da aynı kaderi paylaştılar :)

Et porsiyonları epey ufak olunca ortaya baklava hamuruna sarılarak pişirilmiş ayvalı,bonfileli roll söyleyiverdik gitti.. Abartmış bunlar da demeyin sakın.. Porsiyonlar gerçekten ufak..


Veee tatlı..Yine bu makinede pişirilmiş muz geldi ortaya.. Çok muhteşem bir lezzet diyemiycem ama yanında gelen patlayan şeker beni benden aldı..
Müessesenin ikramı da üzeri silme patlayan şekerli çikolatalı tatlı oldu..  Ama Hande abla ve bana o kadarcık şeker yetmedi. Bir kasede sadece patlayan şeker istedik.. Kapıdan çıkarken bile hala ağzımda o eski, bildik patlama hissi vardı.. Muhteşem!! Daha ne olsun.. :)




Porsiyonların azlığı dışında gayet memnun olduğumuz bir akşamdı. Lezzetli yemekler, ilgili,masaları tek tek dolaşıp sohbet eden bir işletmeci,keyifli bir ortam.. Biz beğendik.. Tavsiye ederiz..

Mekanla ilgili en doğru yorum fotoğrafları gören annemden geldi sanırım: Herşey siyah,simsiyah, mekanın adına yakışır biçimde.. :)

10 Eylül 2014 Çarşamba

Kalimera Atina!!!

Yunanistan ile ilgili tek tecrübesi Interrail dönüşü Selanik tren istasyonunda aptal bir görevli tarafından istasyondan kovulmak olan biriyim. Dolayısıyla yıllarca burnumuzun dibindeki bu komşu topraklara gitmeyi reddettim. İtiraf ediyorum pişmanım.. Yanıbaşımızda, bu kadar yakın mesafede olan bu eğlenceli, lezzetli, bize benzer ülkeye kesinlikle gidilmeli. Biz 19 Mayıs gezisi olarak 3 gün için sadece Atina'yı tercih ettik ama bundan sonra gerek tekrar Atina olsun, gerek daha yakın mesafedeki Kavala,Thassos adası, Selanik olsun kesinlikle tercih edeceğimiz yerlerden olacaktır eminim.

Atina'ya THY, Pegasus da dahil birçok havayolu şirketi uçuyor tabi. Bizim tercihimiz bir Yunan havayolu olan Aegean Airlines oldu. En uygun bilet oradaydı:) Gerçi tarifesi belirsiz bir şirket. Uçuşa 3 gün kala saatleri değişti ama çok da sorun değildi bizim için..

Bir cuma gecesi tam 12de indik "Elefterios Venizelos" havaalanına. Gece o saatte metro yok maalesef. Biz de şehir merkezine giden shuttle lara bindik. Kişi başı 5 euroydu bilet. Metro olsaydı tabi ki tercih edilirdi çünkü otobüs yolculuğu 70-80 dakika sürüyor . Metro ise 45 dakika falan sürüyormuş okuduğuma göre..Otobüsün son durağı Syntagma Meydanı. Buradan oteliniz yakınsa yürüyebilir veya taksiye binebilirsiniz tabi. Biz yürümeyi tercih ettik. Yol sorduğumuz taksiciler çok uzak olduğunu ve yürüyemeyeceğimizi söylese de inanmadık.. :)

Otel seçimimiz çok başarılıydı yine. Psiri bölgesinde Cecil Hotel'de kaldık biz.. Yeri harikaydı.. gerek metroya, gerekse gezilecek her yere yürüme mesafesindeydi. Bizim gibi, bir şehrin en iyi yürüyerek görüleceği düşüncesindeyseniz biçilmiş kaftan diyebilirim.. ( http://www.cecilhotel.gr )
Gece 1.30 gibi otelde olduğumuz için o gece keşfe çıkmadık tabi, hemen yatalım da sabaha dinlenmiş kalkalım diyerek kendimizi uykuya teslim ettik.

Sabah 9 gibi kalkıp otelde kahvaltımızı ettikten sonra olağan şehir turumuza başladık. İlk durağımız Akropol ve çevresi. Acropolis, Eski Yunan şehirlerinde en önemli tapınakların, yapıların bulunduğu yüksek yer anlamına geliyor.Herhangi bir saldırı durumunda Akropoller sonuna kadar savunulurdu.
Akropol'e giriş 2 kişi 24 euro. Bu bilet 1 hafta süre ile Akropolis,Antik Agora,Diyonisos tiyatrosu,Roma Forumu,Temple of Olimpian Zeus,Athena Nike tapınağı için geçerli.Tepeye doğru tırmanış sözkonusu olduğu için eğer yazın gidiyorsanız, sabahtan, hava iyice ısınmadan gitmekte fayda var.Tabi bir de tırmanışı taşlar üzerinde yürüyerek yapacağınız için kaymayan bir ayakkabı giymekte de fayda var.. :)

Bu arada Akropol girişindeki makinelerden su aldık, tanesi 35 centti. Şehrin genelinde de su fiyatları aşağı yukarı böyleydi.

Burası için Atina'nın sembolü diyebilirim sanırım.Aynı zamanda batı dünyasının en önemli yapılarından biri. Buraya Cilalı Taş devrinde yerleşilmiş.Günümüze de kalan heybetli yapılar ise devlet adamı Perikles tarafından M.Ö.5.yüzyılda başlatılan bir çalışma sonucunda ortaya çıkmış.Yapılış sırasına göre buradaki başlıca yapıtlar şöyle:
-Parthenon
-Propylaion
-Athena Tapınağı
-Erekhtheion

Akropolün çevresinde ise iş merkezi olarak Agora ve kültür merkezi olarak da Diyonisos Tiyatrosu yer almakta.Tepeden etrafa baktığınızda ise Plaka bölgesi kuşbakışı görülebilir.

Akropolis'in içindeki en heybetli yapı kuşkusuz şehrin tanrıçası olan Athena adına yapılmış olan Parthenon tapınağı. Burası o günkü şartlara göre oldukça kısa bir sürede, 6 yılda yapılmış. Günümüzde ise sadece bazı sütunlar ayakta kalabilmiş.





Burada Atina'nın mitolojik kralları Erectheus ve Cecrops için yapılan Erechteion Tapınağı da bulunmakta.
Efsane bu ya; Atina şehrinin koruyucu tanrısı olmak için Athena ile Poseidon arasında yarış düzenlenir Hangisinin vereceği hediye daha yararlı olacaksa o kazanacak ve şehrin tanrısı olacaktır.
Önce Poseidon elindeki 3 başlı mızrağı yere vurur ve bir çeşme ortaya çıkar.Herkes sevinir önce ama Denizler Tanrısı Poseidon'un çeşmesi tuzlanır ve işe yaramaz. Sıra Athena'ya geldiğinde o da mızrağını yere vurur ve bir zeytin ağacı çıkar ortaya. Dünyadaki barışı ve refahı temsil eden bu zeytin ağacını halk sever ve Athena şehrin tanrısı ilan edilir.Bu yarışmanın yapıldığı yer de Erechteion Tapınağı'nın olduğu yermiş.

Vee bu gezinin belki de en sevdiğim fotoğrafı.. :)

Aşağı geri indiğimizde bu sefer Akropol Müzesi'ne giriyoruz. Kişi başı 5 euro giriş ücreti var. Avrupa'nın diğer ülkelerindeki benzer müzelerin giriş fiyatını düşününce gayet ucuz olduğunu söyleyebilirim..
Müzeyi gezmek gayet keyifliydi. Yunan tarihini yakından tanıma imkanı buluyorsunuz.. Aydınlatma çok güzel. İçerisi ışık dolu..


Müze çıkışı karnımız da epey acıkınca gözlerimiz yemek yiyecek bir yer aradı. Müze çıkışında sağa dönüp oradaki sokakta Crescendo isimli ufak bir büfe/cafe tarzı bir yerde yedik öğle yemeğimizi. 2 ıspanaklı dilim pizza,1 margherita dilim pizza,1 beyaz peynirli,zeytinli dilim pizza, 1 büyük bira,1 water strawberry içeceğe toplam 15,60 euro ödeyip, karnımız tok kalkıyoruz ve ver elini sokaklar..
Plaka bölgesi turistlerle dolu bir bölge.. Çok hareketli, çeşit çeşit taverna, hediyelik eşya, kıyafet dükkanı..Altan kendine, Efe'ye Atina konulu tshirtler alıyor hemen..Bir de sevgili arkadaşım Cansu'nun kızı Zeynep ve doğacak oğlu Can için  tshirt ve body alıyoruz.. Yetişkin tshirtleri 8,5 euro, çocuk tshirtleri ise 6 euro genelde.. Mağazadan mağazaya fiyatlar çok fazla değişmiyor bu konuda..

Plaka Bölgesinden akşam yemek için gelmek üzere ayrılıyoruz ve koştura koştura Syntagma Meydanı'na, askerlerin saat başı olan nöbet değişim seremonisini yakalamaya gidiyoruz.. Tam saatinde oradayız..Parlamento Binası önü..Bahçesindeki meçhul asker anıtı önünde 100 yıldan beri askerler nöbet tutuyor..Askerler gerçekten ilginç..Pileli etekli, kilotlu çorapları,dizleri arkadan püsküllü,tahta ayakkabılı askerler..Ha bir de ayakkabılarının üzerinde kocaman bir ponpon var.. :)

Eh bu kadar koşturmadan sonra  otele gidip üstümüzü değiştirelim diye düşünüyoruz.. Yol üstünde tesadüfen keşfettiğimiz ve Atina'da en sevdiğimiz yerlerden biri olan Kapnikareas meydanındaki aynı isimli kafeye oturuyoruz bir mola için.. Burası yerel bir cafe..Mandolin çalan bir Yunanlı var. Ayrıca kafede oturan yerel halk hep beraber şarkılar söylüyorlar..Rembetika Müzik..Nasıl keyifli..1 frappe, 1 kola, 1 Fix marka biraya 8,5 euro veriyoruz.. Ara sokakta, güneş almayan bir yerde.. Ve şu 3 günlük gezimizde müdavimi olup çıkıyoruz. Her akşamüstü uğradık buraya.. :) Atina'ya gidenlere şiddetle tavsiye ederiz Kapnikareas Cafeyi.Sonradan internette baktığımda Atina'da rembetika müziğin en iyi adreslerinden biri olarak da burasının gösterilmesi doğu bir tercih yaptığımızı gösterdi bize..Yerini de tarif edeyim size..Syntagma meydanından geliyorsanız ve Ermou caddesinden aşağı doğru yürüyorsanız soldaki bir sokaktaki ufak kiliseyi geçer geçmez ara sokakta görebilirsiniz. Muhtemelen müzikten anlarsınız zaten..

Bu arada biradan bahsetmişken Yunanistan'da en yaygın olan biralar Mythos, Fix, Alfa. Mythos biraz asitli, Fix ise Efes'e yakın tatlı biralar.Altan en çok Alfa'yı beğendi..

Bugün bu kadar yorulmanın üstüne şahane bir akşam yemeğini haketmiştik galiba.. Uzun incelemeler, araştırmalar sonrasında Plaka bölgesinde "Taverna Tou Psara" yani "Balıkçı'nın Tavernası" isimli bir restorana gidiyoruz.. Bu gezide yediğimiz en pahalı yemeği yiyoruz.. Ama yediklerimizden hiçbir pişmanlık duymuyoruz.. Tamam kabul biraz abarttık ama olsun.. :) Cacık, fava, grek salata, midye, ahtapot,kalamar,musakka,karides vee tabi ki Uzo yiyip içtik.. 80 euroyu verdik çıktık..Ama o musakkanın lezzeti, o ahtapotun, o midyenin tadı..Yeme de yanında yat yani..Bu arada Yunan musakkası bizimkinden farklı. Lazanya'ya benziyor görüntüsü ve tadı..Cacıkları ise süzme yoğurt ile yapılan, bizimkine göre daha katı.Ama valla bence daha lezzetli ne yalan söyleyeyim..
 

Yemek sonrası da yine müdavimi olduğumuz bir başka yer.. Brettos Bar.. Okunuşuyla Vretos.. Atina'nın en eski barıymış.. Likörlerini, brandylerini kendileri yapıyorlar.. Mekan tıka basa dolu.. Bulduğumuz 2 sandalyeye oturuveriyoruz hemen barda..Ben Margharita içiyorum 8,5 euroya, Altan ise kendi üretimleri olan brandylerden içiyor 7 euro.. Mekan çok samimi.. Buraya 2.gece gittiğimizde İngiliz bir orta yaşlı grupla sohbet ediyoruz gece boyu.. Adamlar bisiklet turu yapmışlar.. Son durakları Atina'ymış. Son geceleriydi.. Keyifli tiplerdi..  

2.gün sabah otelde kahvaltı sonrası hemen otelimize 5-6 bina yakındaki Monastiraki metro istasyonuna gidiyor ve Pire'ye kalkan ilk metroya biniyoruz..Pire aslen başka bir şehir ama Atina ile bir olmuş artık, metroyla ulaşım çok rahat..


Pire istasyonunda indiğimizde önce Paşa Limanı'na gidiyoruz.. Okuduğumuz kaynaklarda Micro Liman'a yani Turco Limanı'na değil Macro Liman'a yani Paşa Limanı'na gitmemizi söylüyorlardı. Biz de herkese Macro Limanı sorduk ama kimse bilmiyordu.. Meğerse "Paşa Limani" dememiz gerekiyormuş.. Otobüse bindik. Şöfor sağolsun bizi yakın bir yerde indirip tarif etti nasıl gideceğimizi.. Ama ne yalan söyliyim Paşa Limanı bize cazip gelmedi.. Kafeler var oturup birşeyler içebileceğiniz ama okuduğumuz gibi tavanda asılı ahtapotlarla dolu tipik Yunan tavernası göremedik biz.. Saat yemek için erken olduğundan oturduk bir cafeye ve limanı seyre daldık.. 



Yemek sonrası bir de şu Türk Limanı'nı görelim dedik ve başladık yürümeye..
Epey bir yokuştu yürüdüğümüz sokaklar ama iyi oldu, epeyce acıktık böylece.. :)





Micro Liman'da yemek yediğimi yerin ismini not etmemşim nasıl olduysa ama genel olarak çok sıcak mekanlardı hepsi.. Mekanlarda ortam,dekorasyon falan İstanbul Caddebostan barlar sokağındaki Kavala,Mykonos gibi restoranlar gibi zaten.. Denize sıfır hepsi.. Biz tüm caddeyi dolaşıp, kapısında  çok sevimli bir yaşlı amca duran bir restorana oturduk, en çok oraya içimiz ısındı..

Çook güzel bir kabak kızartma yedik ama alışık olduğumuzdan farklı olarak kabaklar bir bulamaca batırılıp öyle kızartılmış ya da fırınlanmıştı. (Sonra eve gelince yunan usulü kabak kızartma falan diye aratıp aynısını yaptım tavada ama bence fırına daha iyi olurdu, en kısa zamanda denenmeli..),tabi ki cacık, ahtapot, Altan yine midye söyledi(bu arada midye tabi ki bizimki gibi dolma şeklinde değil ama suyu acaip lezzetli bir yemek olarak geliyor), karides ama en kocamanından;), Hesap = 59 euro.. Bence yediğimiz en lezzetli yemek buradakiydi.. 




Pire dönüşü de elimize aldık haritayı, nereye gitsek diye bakındık. Reha Muhtar'ın bir yazısında Omonia Meydanı'nın şehrin kalbi olduğunu okumuştuk. Oraya gitmeye karar verdik önce. Ama pazar günü olmasından mıdır nedir hiçbirşey yoktu.. Haritadan bakarak başladık yürümeye, Kolonaki bölgesine.. Burası için Atina'daki Nişantaşı diyorlar.. Epeyce yürüdük açıkçası.. Metroya binmediğimize pişman olduk ama vazgeçmedik.
İşte yol boyunca gördüklerimizden enstantaneler..

Kolonaki bölgesi alışveriş için gidilebilecek bir yer ancak biz Pazar günü gittiğimiz için hemen her yer kapalıydı diyebilirim.. Ama meydanın tam göbeğinde bir kafede yer bulduk ve Frappe ve Grek Kahvesi(yani Türk kahvesi:)) içerken etrafı izledik.. :)

Akşam oldu bile.. Son gecemizde önce Monastiraki bölgesinde ve Psiri bölgesinde gezindik ara sokaklarda..Monastiraki Bit Pazarı'nın olduğu sokağa girdik.. Dükkanlar çoğunlukla kapalıydı ama kepenkleri bile eğlenceliydi..


Akşam yemeği için yine Plaka bölgesini tercih ettik biz..Bu sefer amacımız canlı müzik olan bir yerde oturmaktı. Pire'de sağlam yediğimiz için de atıştırmak istedik..Sokakta gittiğimiz saatte tek müzik olan restorana oturduk. Bu arada Yunanlılar akşam yemeklerini epey geç yiyorlar, 21.00dan sonra. Haliyle restoranlar o saatten önce daha boş oluyor..
Bizim gittiğimiz restoranda bir Türk grupta vardı. Bu sebeple Türkçe şarkılar da söylediler.. Keyifli bir geceydi..



Biz oturamadık ama aşağıdaki fotoğraftaki restoranda da aklım kaldı açıkçası..Sebebi de tavanındaki avize.. Gülmeyin.. gerçekten.. bence çok güzeldi.. :) Sokakta yürürken farketmemek imkansız..


Veeee son gün.. Uçağımız akşam.. yani tüm gün bizim..Yorgunluk bastırdı bastırmasına ama yürümekten vazgeçmedik yine.. Akşama kadar dolandık durduk sokaklarda, Uzolarımızı, sakız likörümüzü ve daha önce de bahsettiğimiz Brettos barına özel brandy yi aldık.Son kez Kapnikareas Cafede oturup müzik dinledik..

Veee gelmişken Yunan döneri(Gyros) ve şiş kebabı(Souvlaki) da yemeden dönmedik.. Monastiraki bölgesinde sırasıra kebapçılar var.. Biz internette ve orada yerel halka da sorduğumuzda herkesin söylediği "Savvas" isimli kebapçıda yedik. Tipik kebapçı.. Kağıt servislerle masa kaplanıyor.. Ortaya salata, cacık.. ben döner yedim, Altan şiş kebap söyledi. Bir de tadına bakalım diyip lahmacun istedik.. Porsiyonlar acaip büyüktü. Fazla geldi açıkçası.. Hepsini bitiremedik bile..Bu arada Gyros domuz etinden de yapılabiliyor, sormanız gerek ne eti olduğunu..
Porsiyonlar büyüktü ama fiyatlar küçücüktü.. Komik bir rakam ödedik gerçekten..



Vakit gitme vakti.. Otelimize dönüp bavullarımızı alıp, trene binip havaalanına gidiyoruz artık..

Biz Yunanistan'ı çok sevdik. Çok keyifli, çok eğlenceliydi..Bizim  kültürümüze yakın bir yer olduğu için de yabancılık çekmeden gezilebilecek, her ağız tadına göre yemek yiyebileceğiniz bir ülke..

Atina yine gitmek istediğimiz bir şehir olarak anılarımızda yerini aldı, sıra diğer Yunan şehirlerinde.. :)

30 Mayıs 2014 Cuma

Amo Firenze...

Nasıl anlatsam, nereden başlasam.. Sene 2003..Ankara'da her haftasonu İtalyan Kültür Merkezi'nde İtalyanca öğreniyorum öğlene kadar. Çevrede herkes ne yapacaksın İtalyanca'yı diyip duruyor. Anlatamıyorum zevk için öğreniyorum.. Çok eğleniyorum, seviyorum diye..İtalyan Kültür Merkezi her sene yıl sonunda burs sınavı yapıyor, yazın İtalya'nın çeşitli şehirlerinde 1 ay dil okuluna gönderiyor burs alanları. Ve bendeniz bu burslardan birini kapıyorum.. İstikamet Floransa.. Havaalanından kalacağım eve giderken Duomo'nun dibinden geçtiğim anı hiç unutamam.. Neresine bakacağımı şaşırmıştım. Bu nasıl bir yapıydı? Kocamaan, heybetli.. Şimdiye kadar gördüğüm tüm yapılardan farklı.. O an aşık oldum bu şehre.. Orada kaldığım 1 ay boyunca fikrim hiç değişmedi.. Apartmanlarının kapılarına, dar sokaklarında yürürken köşe başından atının üstünde bir şövalye görecekmişim gibi hissetmeye bayılıyordum resmen. Rönesans'ın doğduğu yerde yaşamak, sanatla bu kadar içiçe yaşamak ne muhteşem bir histi..Ayaklarım geri gide gide döndüm Ankara'ya. Sonraki sene, kuzenlerle yaptığımız Interrail gezisinde yeni yerler görmekten çok Floransa'ya da gidecek olmak heyecanlandırdı beni. Tüm sokaklarını ezbere dolaştım, dolaştık.. Özlediğim restorana gittik, sokaklarda dolaştık..
Ve aradan 10 sene geçti.. Sanki daha dün gibi oysa orada olduğum zamanlar.. Koskoca 10 sene.. Neler olmadı ki bu süre boyunca? Üniversite bitti, İstanbul'a yerleştim, işe girdim, üstüne 2 iş değiştirdim, evlendim, anne oldum, oğlum 3 yaşına geldi bile, yepyeni bir hayat kurdum bu 10 senede.. Venedik'e gelmişken, pek yakın olmasa da, ne yapıp edip Floransa'ya gidilmeliydi.. Altan'ın da benim bu kadar övdüğüm şehri görme isteği olunca, e tatil arkadaşlarımız da bize uyunca kendimizi bir sabah trende bulduk. Hızlı trenle 2-2,5 saatte gidiverdik. İstasyondan çıkıp otobüs durağını ararken yıllardır görmediğim bir dostu görmüş gibi sevinçliydim..Abartmıyorum.. Gerçekten.. Çizdiğim gezi rotasına göre, gezimize Piazzale Michelangelo’dan başlayacaktık. Böylece turistik Floransa merkezini yürüyerek görebilecektik.. Kısıtlı zamanı olanlara da aynı rotayı öneririm. Bir şehri görmenin, keşfetmenin en iyi yolu yürümektir. Buyrun size Floransa’da 1 gününüz varsa en iyisinden bir yürüyüş rotası..J

İstasyonun önündeki otobüs duraklarından Piazzale Michelangelo'ya giden bir otobüse binebilirsiniz. Otobüs fiyatı 1.20 Euro..Panoramik Floransa turu yaparak meydana gelebilirsiniz. Meydandaki manzara harika. Tüm şehri tepeden görmek mümkün.. Buradaki hediyelik eşya satan dükkanlardan güzel tshirtler alabilirsiniz. Zira şehirdeki işporta mağazalar,standlar arasında en kaliteli tshirtleri buradakiler satıyor.. Bu da ufak bir ipucu size.. :)




Yüzünüzü şehre doğru döndüğünüzde sol tarafta en sonda bir büfe var. Bu büfenin arka tarafında bir yerde merdivenler var. Bu merdivenleri kullanarak aşağıya doğru inişe geçilebilir. Yol sizi yönlendiriyor zaten. Ve yavaş yavaş Ponte Vecchio'ya yani Eski Köprü'ye yaklaşıyorsunuz.Bu köprü, Arno nehri üzerinde bulunan, Floransa'nın en meşhur köprüsüdür. 14. yüzyılda tamamlanmış.Köprünün üstünde çoğunlukla kuyumcular ve hediyelik eşya dükkanları bulunmakta. Bu arada körüye doğru yürüdüğünüz yol üzerinde bir süpermarket bulunmakta. Gelmişken İtalyan mamülleri almak isteyenlere duyurulur.. Fiyatlar gayet uygun..




Köprüden karşı tarafa geçtiğinizde sağ tarafınızda Louvre müzesinin küçüğü olan Uffizi Galerisi bulunmakta.(Galleria Degli Uffizi).Dünyadaki en eski ve ünlü sanat müzelerinden biri.Ünlü Medici ailesinin koleksiyonu sergileniyor. Yazın burada çook uzun kuyruklar oluşuyor içeri girebilmek için. Onun için gelmeden önce rezervasyon yaptırırsanız o kuyrukta beklemeden rahatça içeri girip önceden hazırlanmış biletinizi alıp gezmeye başlayabilirsiniz.
Biz bu gezimizde hızlandırılmış bir tur yaptığımı için içeri girmedik. Bir dahaki sefere inşallah..:)
Önünden geçerek Santa Croce kilisesinin olduğu meydana gidiyoruz. Bu arada kendimle gurur duydum, 10 sene önce en son geldiğim halde bu turda sadece bu meydana giderken bir sokakta şaşırdım ama çabuk farkedip bu sokak değildi diyerek çıkıp doğru yolu buldum.. :) İçime bir navigasyon cihazımı kaçtı acaba, bazen şüpheleniyorum..:)
Ah o ara sokaklar.. dilediğimce gezemesem de bu kez, özlem gidermeme yetti biracık olsun..
Vee Santa Croce Kilisesi.. Dil okulum hemen arka sokağında olduğu için hemen her gün önünden geçtiğim kilise..(Basilica di Santa Croce).Burası Floransa'daki Franciskan mezhebinin en önemli kilisesi.Yapıldığı yer ilk başlarda şehir surlarının dışında ve bataklıkmış. Michelangelo,Galileo,Machiavelli,Foscolo,Gentile,Rossini,Marconi gibi en meşhur İtalyanların mezar yeriymiş.Bu sebeple "İtalyan Övünmeler Tapınağı"-Tempio dell'Itale Glorie olarak da biliniyormuş.(Kaynak:Vikipedi)

Buradan yine ara sokaklardan devam ediyoruz gezimize. İstikamet Palazzo Vecchio yani Eski Saray. Hani yukarıda bahsetmiştim ya köşebaşından atının üstünde şövalye çıkacakmış gibi geliyor diye. İşte ara sokaktan bu saraya doğru gelirken bu hissi en çok hissedebileceğiniz anlar diyebilirim sanırım..
Altan'ın en çok bayıldığı yer burası oldu galiba çünkü Dan Brown'ın kitabında okuduğu yerleri gözüyle görüp canlandırabildi bu meydanda..


Bu arada eski sarayın olduğu meydanın ismi Piazza della Signoria..Palazzo Vecchio Floransa'nın en önemli tarihi yapılarından biri.1872'den beri belediye sarayı olarak kullanılmakta.Sarayın Signoria meydanına bakan terasında Donatello'nun "Yudit ve Holofernes"i, Michelangelo'nun "Davut" unun kopyası(eskiden burada bulunan orijinali günümüzde Floransa Akademisi'nde) gibi Rönesans döneminin en önemli heykelleri yeralmakta.

Altan'a kalsa sanırım bütün günümüzü burada geçirebilirdik ama zaman kısıtlı, gezilecek yerler çoktu. Üstelik acıkmaya başlamıştık ve yemek yemeyi planladığım meydan gezimizin neredeyse son durağıydı.. Yolumuza Piazza della Repubblica'ya doğru devam ediyoruz arada ara sokaklara gire çıka..


Bu meydanda kocamaan bir kitabevi var:Edison.. Aşırı sıcak yaz günlerinde şehirde dolaşırken, sıcaktan bunaldığımda klimalı ortamıyla kurtarıcım olmuştur hep.. Ayrıca burası akşamları gençlerin buluşma noktasıdır, biz de hep burada buluşurduk arkadaşlarla. Edison'a yüzünüzü döndüğünüzde sol tarafta bir ara sokakta bir Irish Bar vardı bu arada, şimdi hatırladm. Yolu düşen olursa, akşamları sokaktaki maslaarında oturması keyiflidir. 
Meydandaki kafelerde bu sefer oturmadık ama 10 yıl önceden hatırladığım oldukça pahalı kafeler olduğuydu. Yine de sağ tarafta köşedeki meşhuur Gilli'de bir dondurma yenilmeli bence..

Ha bir de bu meydana yakın bir yerlerde Floransa'nın meşhur domuz heykeli vardır. Bu sefer bulamadım, yerini unutmuşum ama mağazalardan birine sorsanız söylerler diye düşünüyorum. Efsaneye göre; domuzun ağzına bozuk para koyarsanız ve aşağıdaki deliğe düşürmeyi başarırsanız Floransa'ya tekrar geleceksiniz demekmiş..

Meydan solunuzda kalacak şekilde yürümeye devam ettiğinizde karşınıza yazımın en başında bahsettiğim, taksiden gördüğüm ve beni kendine hayran bırakan Duomo ile burun buruna geleceksiniz..
Altan burayı görmeden önce Santa Croce'ye bayılmıştı. Burada neresinin fotoğrafını çekeceğini, ne tarafına bakacağını şaşırdı resmen.. Haksız da sayılmaz hani..Böyle bir devasa yapı yok gerçekten de..:)
Buyrun seyre:

Duomo.. Diğer adıyla Santa Maria del Fiore..1436 yılında tamamlanmış. Yapımı 150 yıl sürmüş.Rönesans'ın en meşhur kiliselerinden sanırım. Bu arada buranın kubbesinin yapımında Roma'daki Pantheon'dan esinlenimiş, ancak saygıdan ötürü 1 metre daha küçük yapılmış.O kadar büyük ki, yakın zamana kadar benzeri yapılamamış modern aletlerle bile..
Bu arada eğer isterseniz içeri girip epey meşakkatli merdivenelrden tırmanarak kubbenin tepesine çıkmak da mümkün. Manzara tabi ki inanılmaz.. Ama aşağı indiğinizde dizlerinizin titremesi kaçınılmaz. Tavsiye isterseniz kendinizi gözünüze ilk çarpan dondurmacıya atmalısınız bence.. :)
Duomo'nun hemen önünde ufak bir yapı daha göreceksiniz. Bu da Vaftizhane..Yapı,Ghiberti tarafından yapılan rölyef heykelli bronz kapıları olan, sanatsal 3 setiyle meşhur.Bu kapılar,Michelangelo tarafından güzelliklerinden ötürü ve Rönesans'ın başlangıcı olarak söylendiğinden Cennetin Kapıları olarak isimlendirilmiş.

Bu harika yapıları da gördükten sonra sıra geldi yemek yemeye. Çok çeşitli hediyelik eşya, giyim vs. nin satıldığı Mercato Nuovo'yu da gezerek San Lorenzo meydanına ulaşabilirsiniz. Bu ufak meydanda çeşit çeşit kafe, trattoria bulunmakta.Biz gözümüze en şirin görünen ve en kalabalık olan Trattoria Zaza'da yedik. Ve hiç pişman olmadık. Gerçi Altan ve Sinan abi istedikleri Ossobuco'nun aslında incik olduğunu görünce hayal kırıklığına uğradılar ama Hande Abla'nın risottosu herkesi mest etti galiba..:)
(www.trattoriazaza.it).. Bence kesinlikle bir öğününüzü burada yemeye çalışın. Pişman olmazsınız.. 

Hızlandırılmış Floransa turumuz sona erdi böylece. Yemek sonrası yürüyerek 5 dakikada tren istasyonunda oluverdik. Tabi ki usta rehber, Floransa'lı Duygu sayesinde :)

Bu yazıyla beraber Şubat ayında yaptığımız Venedik Karnavalı gezimizi de sonlandırdık. Yeni güzergahlara doğru yola çıkacağız pek yakında.. :)

İzlemeye devam..