30 Ağustos 2015 Pazar

Neler yedik,içtik acaba?

Evet.. gezdiklerimizi anlattığıma göre sıra geldi yediklerimize, içtiklerimize..Kimi zaman turistik takılsak da bayıldığımız yerel mekanlar da keşfettik. Bir daha gitsem kesin yine giderim dediğim mekanlar da olmadı değil. Umarım bu yazıyı açken okumuyosunuzdur..:)

Cumartesi öğlen kesinlikle gitmemiz gerek diye not ettiğimiz “Pastificio” isimli makarnacıya gittik. Burası İspanyol merdivenlerine çok yakın, ilk yazıda da bahsettiğim Via Della Croce sokağındaki sayısız yerden biri. Geçerken çok dikkat çekmiyor, zira burası bir restoran değil. Ufacık, salaş bir dükkan. Her gün öğlen saat 13.00da 2 çeşit makarna çıkartıyor sadece.Ama siz siz olun sakın o saatte kadar beklemeyin gitmek için. Zira biz saat 12.15 gibi önündeydik ve kuyruğun ilk başındaydık. Sonradan epey uzun bir sıra oldu burada. İçerisi hayli küçük bunu belirtmek isterim. Yani ne kadar erken o kadar şanslı :) Çeşitlerden biri çoğunlukla domuz etli oluyor. Taze açılmış makarna hamuruyla ve taptaze malzemelerle pişiriyorlar makarnaları. Biz gittiğimiz zaman olan çeşitler: kabaklı ve kıymalı, domates soslu makarnaydı. Her 2 çeşitten de aldık ve kağıt tabaklarımız ve plastik çatallarımızla geçtik bir köşeye, başladık ayakta yemeye.. :)
Bu arada mekanda isterseniz yine plastik bardaklarda kırmızı şarap da ikram ediyorlar.. Kabaklı makarnanın sosu lezzetliydi ama makarnayı “al dente” seven bana bile fazla diri geldi açıkçası.. Domates soslu olan daha iyi pişmişti ne yalan söyleyeyim.. Burası eskiden yerel bir yermiş tabi ama şu an burada yemek yiyenlerin yarısından fazlası yabancıydı diyebilirim sanırım. Lezzetli, biraz yerel  ve gerçekten ucuz;) bir yerde yemek isterseniz kaçırmayın derim.. Makarna + şarap veya su  4 euro. Daha ne olsun :)

Yemek sonrası hemen çapraz dükkanda bir tiramisu yemeye ne dersiniz? O zaman sizi “Pompi” isimli
meşhuuuuur tiramisucuya alalım.( http://www.barpompi.it/) . Alışık olduğunuz klasik tiramisu haricinde değişik çeşitleri de bulunmakta. Biz klasik ve orman meyveli aldık. 4 kişi afiyetle yedik.. Orman meyveli harikaydı. Klasiğe zaten diyecek yok. İsterseniz dolaptaki donmuş olanlardan alıp yolunuza devam edip, birkaç saat sonra çözülünce bir mola verip herhangi bir meydanda da yiyebilirsiniz. Klasik ve orman meyveli haricinde; çilekli, fıstıklı,muzlu ve çikolatalı,fındıklı ve yaz için Pina Colada’lı bile vardı.. Tatlı seven bir insan evladının gözünün dönmesi işten değil :)

İlk akşam için not aldığım birkaç yer vardı ama kimisinin yeri uzak geldi. Kimisi de kapalıydı.. En sonunda turistik bir yer olduğunu bildiğimiz, Fettucine al Fredo makarnanın ilk yapıldığı yer olan “Il Vero Alfredo” da yemeye karar verdik akşam yemeğimizi. (http://www.alfredo-roma.it/ ) Mekan Türk kaynıyordu diyebilirim sanırım. Alfredo için “Fettucine’nin kralı” diyorlar.. :) O ne muazzam bir lezzettir öyle.. Bu makarna çeşidi hakkında bildiğiniz herşeyi unutun çünkü Türkiye’de restoranlarda yapıldığı gibi kremayla yapılmıyor, hele hele tavuklu hiç yapılmıyor.. :) Tereyağ ve parmesan peyniri  makarnanın haşlama suyu ile karıştırılınca kıvamlaşıyor ve enfes bir sos halini alıyor..  4 kişi için kocamaan bir servis tabağında makarna geliyor, garson gözünüzün önünde bir ton parmesan peyniriyle karıştırıyor ve sonra tabaklara servis yapıyor. Son kişinin önüne ise servis tabağında kalanı aynen bırakıveriyor. Biz makarnanın yanına restoranın başka çeşitlerini de deneyelim dedik ama tavsiye ederim siz öyle yapmayın. Sadece fettucine isteyin ve yiyin gari :) Gerçi ortaya istettiğimiz karışık enginar tabağı da fena değildi.(Menüdeki adı:Carcioffisimo). 4 çeşit pişirme şekliyle 4 minik enginar geliyor masaya.Alla Romana,Alla giudia, grigliato,fritto.. Yani Roma usulü,Yahudi usulü,Izgara ve Kızarmış.  9 euroydu bu  antipasto. Fettucine All’Alfredo ise menüde “La Vere Maestosissime fettucine all’Alfredo” olarak geçiyor ve 19 euro fiyatı. “Neee bir makarnaya 60 lira verilir mi?” dediğinizi duyar gibiyim. Ama inanın pişman olmayacaksınız, hatta parmaklarınızı yiyeceksiniz ve hatta kimbilir belki bizim gibi son gece bir daha geleceksiniz..:)


Yerini tarif etmek gerekirse; Via del Corso üzerinde sırtınızı Vittorio Emmanuele anıtına verip Piazza del Popolo’ya doğru yürürken sol tarafta bir Camper mağazası göreceksiniz. Hemen yanında da bir kilise. İşte bu kilisenin bitiminde sola doğru bir sokak var. Bu sokağın sonunda yine solda görebilirsiniz restoranı. :)

Karnımız da doyduğuna göre Roma gecelerine akabiliriz artık :) Hele de günlerden cumartesiyse. Aslında bu gece için planımız bu yazının ilerleyen bölümlerinde anlatacağım Jerry Thomas Project Bar’a gitmekti ama rezervasyon için aradığımızda Cumartesi akşamının dolu olduğunu, ancak Salı gece için yer ayarlayabileceğimizi öğrendik. Tabi ki Salı gecesini kaçırmadık. Ayrıntılar az sonra.. :) Ne yapsak ne yapsak derken aklımıza Hard Rock Cafe geldi. Zaten Piazza Barberini ve Via Veneto’ya gitmek istiyordum. Metro ile gidelim dedik ve Spagna durağından girdik içeri. Via Veneto tabelasını gördük, yürüyerek de metro içinden gidilebiliyormuş. Başladık yürümeye ama git git bitmedi arkadaş. Metroyla gitsek daha iyi olurdu sanırım. Ama metro içerisinde ilginç bir gece kulübüne de rastladık bu sayede..  Neyse efendim geldik Via Veneto’ya.Burası lüks otellerin, restoranların olduğu, çok şık bir cadde. Başladık en tepesinden aşağı doğru yürümeye. Hard Rock Cafe’nin önüne geldiğimizde ise kaçınılmaz son: sıranın kendilerine gelmesini bekleyen onlarca insan..Kimi ayakta, kimi kaldırıma oturmuş.. İçeri girip şansımızı deneyelim dedik ama ne mümkün. 2 saat sonra bile sıranın geleceği garanti değil. Venedik’teki Hard Rock’ın aksine burası hele de Cumartesi akşamı, rezervasyonsuz katiyen gelinmeyecek bir yer.. Gitmek isteyenlere duyurulur.. Başka yer buluruz diye Piazza Barberini’ye doğru yürüdük. Ve çok şirin, lokal bir Bar olan (Yani gündüz çeşit çeşit İtalyan kahvesi içebileceğiniz, sandviç, dilim pizza vs. yiyebileceğiniz, gece ise yine bunlarla beraber isterseniz de içki içebileceğiniz, şirin mi şirin yerlere bar deniyor İtalya’da aklınızda olsun:)) Pepy’s Bar’a girdik. Mekan kalabalıklaştıkça güzelleşti. İtalyanların çoğu ayakta, ellerinde birer kadeh içki, dostlarıyla ve hatta tanımadıkları diğer kişilerle sohbet ediyorlardı. (http://www.pepysbar.it )
İtalya’da olduğunuzu hissedebileceğiniz mekanlardan bu tip yerler. Bu yüzden de çok keyifli bence..

Pazar günü sabah erkenden Pompei ve Napoli’ye gittik. Haliyle öğle yemeğini Napoli’de yedik.Pizzanın anavatanında ne yiyebiliriz ki: tabi ki pizza. Napoli’de pizza yedikten sonra Türkiye’dekilerin pizza değil hamur olduğunu düşünmüşümdür hep. Domates sosunun lezzeti, o hamurun inceliği bence tartışılmaz diyicem ama kimi insan kalın hamur seviyor. İtalyan pizzasını sevmeyenler de var bana ilginç gelse de :)

Napoli’de tren istasyonunun dışına çıkınca atladık bir taksiye ve en klasiğinden bir yağız Napolitan genci olan şöforümüzle sohbet ede ede Via dei Tribunali’ye doğru yol aldık. Bu sırada tabi özlediğim italyancayı konuştuğum için mükemmel hissettiğimi de burada belirtmeden geçemiycem.. Bize bu sokaktaki en iyi pizzacıları saydı Napolitan dostumuz. Il Presidente, Di Matteo, Sorbillo en iyileriymiş... En uzağı Sorbillo’ydu. Önüne kadar yürüyüp hangisine girsek diye karar vermeye çalışırken sokakta 2.turu attık ve o sırada Il Presidente’de sıra bitmiş gibiydi. Hemen daldık içeriye.. Alt katta yer varmış neyse ki. (http://www.dalpresidentepizzeria.it/ )



Pizzaları nefes bile almadan bitirdik sanırım. Eh sabah erkenden yola çıkmış ve epey yürümüş olmanın da etkisi vardı tabi.. Sokak pizzacılar haricinde tatlı için de bir cennet resmen. Vitrinleri iştah açıcı olan bir çok pastane var. Biz de bunlardan birinden Napoli tatlıları alıyoruz tabi.Sinan Abi’nin gözü “Il Baba” isimli tatlıda kaldı ve en kocamanından aldı bir tane ama bizim “ıyy bunun tadı çok kötü” söylemlerimizden dolayı yiyemedi maalesef..:( Ben de Venedikte’de yediğim ve beğendiğim Zeppole yedim.. Ayrıca Limoncello fabrikası adı altında bir dükkan da bulunmakta. Burada da limoncello tadımı yapabilir,limondan yapılma marmelatlar, bisküviler,çikolatalar alabilirsiniz..

Akşam Roma’ya döndükten sonra neredeyse hala midemiz doluydu diyebilirim. Bu sebeple azıcık
atıştırma ve şarap maksatlı bir restorana oturalım dedik. Yine Via del Croce üzerindeki Antica Enoteca’da bulduk kendimizi. Kilise duvarı gibi duvarları, kocaman avizeleri olan bir yer burası. Biz ortaya peynir tabağı ve şarap söyleyip keyifli sohbetler ederek ve kalan günler için plan yaparak geçirdik akşamı..

Gelelim Pazartesiye.. Bardaktan boşanırcasına yağmur yağdı demek az kalır, leğenle dökmüş gibi yağıyordu, dehşet yağıyordu valla yağmur. Dolayısıyla planlarda değişiklik yapmak zorunda kaldık ve o gün için not ettiğim fırına gidemedik. :( Campo dei Fiori yani Çiçek Pazarı meydanında Ristorante Sloppy Sam’s diye bir restorana resmen atıverdik kendimizi. Montların üstüne giydiğimiz naylon yağmurluklar artık fayda etmez bir haldeydi. Montlarımız sırılsıklamdı ve kıyafetlerimiz de ıslanmaya başlamıştı. Tepedeki ısıtıcılara doğru montları koyduk hemen kurusunlar diye.. Ve Vatikan Müzesi’ne randevumuz olduğu için en çabuk gelecek şekilde pizza istedik hepimiz..Lezzet fena değildi. Mekan şirindi, meydanı izlemek için gayet iyiydi.( http://www.sloppysamsrome.com/). Muhtemelen normal bir havada tercih edeceğimiz bir yer değildi ama kötü de diyemem şimdi ne yalan söyleyeyim.. :)

Roma’ya gideceklere Trastevere bölgesinde bir akşam yemeği yemelerini tavsiye ederim. Keyifli bir bölge. Gitmeden önce birçok yerde bu bölgedeki tüm restoranlarda yemek yiyebileceğimizi, sıkıntı
olmayacağını, beğeneceğimizi okumuştum. Bizim bu akşamki ilk planımız aslında Roma’nın en ünlü aperitivo adreslerinden olan Freni e Frizioni ‘de aperitivo saatine dahil olmak ve sonrasında yemek yemekti bir yerlerde ama yağmur, ah o yağmur bozdu tüm planımızı. Saatinden önce oradaydık ve Freni e Frizioni de hazırlıklar dolayısıyla kapalıydı. Haliyle başımızı sokacak başka bir yer bulup sonra gidelim dedik ama oturduğumuz yeri de pek sevdik. Kaldık orada yemek saatine kadar..Cafe Friends. Aperitivo saati de bir sonraki ziyarete kalsın artık.. :) Ama gideceklere tavsiyem bir akşamüstü yemek öncesi bu olaya dahil olun.. Bir italyan misali iş çıkışı arkadaşlarınızla buluşup 2 kadeh birşeyler içiyormuş gibi davranın bir kere.. :)

Yemeğe gelincee.. Neredeyse tüm sokaklarını gezdikten sonra tam aradığımız gibi şirin, sıcak, samimi bir yer bulduk biz: Il Ciak. Roma ve Toscana mutfağımdan yemekler bulabileceğiniz, gencecik bir sahibi, çok tatlı bir garson teyzesi olan, şipşirin bir yerdi. Çok hoşumuza  gitti bizim. Tavsiye eder miyiz dersenizeEvettt ederizz.. Biz ne yedik derseniz: Tonnarelli cacio e pepe(bol parmesanlı, karabiberli bir makarna), Ravioli al ragu’(kıymalı italyan mantısı), Tagliata alla Fiorentina(Floransa usulü kesilmiş biftek-bunu beyler söylemişti ama porsiyonu ufak geldi :)), Bruschetta al pomodoro,Carciofo alla Romana(Roma usulü Enginar),Patate al forno o alla brace(fırında patates), tatlı olarak da Ricotta –mandorle,pistacchi croccanti e crema di limone ve Tiramisu. Tiramisu bizce pek başarılı değildi ama ricottalı tatlı harikaydı.. Garson teyze illa bundan alın ben yapıyorum dediğinde burun kıvırmıştık ama daha olsa yerdik yani öyle söyliyim :)


Karnımız tabi ki yine fazlasıyla doyduktan sonra bu geceki diğer durağımıza sıra gelmişti. Peroni Biracısı.. Kolay aratabilmeniz için italyanca ismini de yazayım: Antica Birreria di Peroni.. Burayı da gitmeden önce uzun araştırmalarım sırasında bulmuş ve not etmiştim.  Bir yere gitmeden yaptığım bu araştırmaları çok seviyorum bu arada.. Yerel yerler bulmak, oralarla ilgili neye benzediğine dair, ne zaman gidileceğine ve ne yiyip ne içileceğine dair hayaller kurmak acaip eğlenceli ve motive edici bence.  :) Burası da öyle bir yerdi. Birasever kocama göre bir yer olduğunu düşünmüştüm. Yer olarak Vittorio Emmanuele anıtına çok yakın.. Sırtınızı anıta verip Via del Corso ya girmeden sağa doğru yürüyüp sonra solda bir sokağa giriyorsunuz. Ama en iyisi sorun tabi oralarda bir bilene tıpkı bizim yaptığımız gibi.. Hemen gösteriversinler bu 1906 dan beri açık olan bira evini..Bu arada bira meraklılarına duyuru: Birra Moretti ve Peroni’nin kırmızı biraları var.Acaip lezzetli. Bir kere içtikten sonra her yerde o birayı aradı Altan.. Haliyle bu  bira evinde de ilk sorduğu şey o oldu.. Peroni’nin kendi bira evinde bulmamak imkansızdı tabi ki:) Ancak masalarda oturmak istiyorsanız yiyecek birşeyler de istemeniz gerekiyormuş. Mecburen o kadar tokluğa rağmen aldık bizde..Kabak Çiçeği kızartması(Fiore di zucca ) ve Karışık kızartma(Fritto mista) söyledik biraların yanına eşlik etmeleri için.. Siz bizim gibi yemek sonrası içmek için değil de yemek için de gidebilirsiniz ama.. Gayet çeşitli yemekleri de bulunmakta.


Roma'daki son akşamımızda ise çok özel bir yere gittik. Gitmeden önce araştırmalarımda Roma'da gece nereye gitsek diye bakınırken Dünyanın en iyi 50 barından biri olarak gösterilen bir yer dikkatimi çekti: Jerry Thomas Project Bar. Biraz daha fazla araştırınca ilginç bir yer diye düşündüm. Kesin gitmeliydik buraya..
Mekana telefonla rezervasyon yaptırmanız gerekiyor öncelikle..Biz Cumartesi akşamına yer bulamayınca Salı gece için rezervasyon yaptırdık . İyi ki de öyle olmuş. Çünkü şansımıza o gece çok keyifli müzik vardı, canlı bir program vardı.. Barın olduğu sokak çok ıssız, burada bar falan olamaz diye düşünüyorsunuz ama çekinmeyin girin sokağa.. Siyah kapılı  binanın önünde durun.Üstünde Il Professore yazan zili çalın ve Karındeşen Jack filmlerinden fırlamış gibi durankapının üsündeki dikdörtgen pencerenin açılmasını bekleyin.. Bir çift gözle burun buruna geleceksiniz. Adınızı söylemenizle pencerenin kapanması bir oluyor. Az sonra kapı açılıyor ve içeri buyur ediliyorsunuz. İçerisi ufacık.. Büyükçe bir evin salonu kadar diyebilirim sanırım. Garsonlar sıraya dizilip karşılıyorlar sizi. Onların da tipi oldukça değişik. Neyse oturuyorsunuz gösterdikleri yere. Bu arada bir hatırlatma yapmak istiyorum. Burada kredi kartı geçmiyor. Sadece nakit çalışıyorlar. Aklınızda olsun. Üyelik ücreti olarak 5 euro alıyorlar kişi başı. 1 sene içerisinde bir daha giderseniz o parayı vermiyorsunuz.Bir üyelik kartı da dolduruyorsunuz tabii :)
İçkiler çok farklı, hepsi profesörün kendi icadı. Alışık olduğunuz içkiler yok. Çeşit çeşit kokteyl var diyebilirim.

Bizim gittiğimiz akşam İrlandalı bir showman vardı. Saksafon ve piyano eşliğinde inanılmaz keyifli bir akşam yaşadık.. Üstelik adamlar barın müşterisi gibi hemen yanımızdaki koltuklarda oturdular. Çok güzel müzik,danslar eşliğinde son gecemizi unutulmaz kıldılar..

O gece bir de 3 tane Hollywood aktörü vardı mekanda. Önce bu adamı bir yerden tanıyoruz falan diye düşündüğümüz Owen Wilson'ı gördük. Internet sağolsun filmlerini aratınca hatırladık adamı. Arkasından Eric Bana çıktı karşımıza. En son zil çalış da içeri Ben Stiller girince "Yok artıık" dedik birbirimize. Adamların fotoğraflarını çektirtmiyorlardı tabi ama gizlice çekebildik 2 tanesinin fotoğrafını.. :)

Son gün Hande Abla ve Sinan Abi bizden önce döndüler. Biz de son turları atarken yağmur dolayısıyla gidemediğimiz fırına gidelim dedik.. ve iyi ki gitmişiz diyebilirim.. "Antico Forno Roscioli".. Hayatımda yediğim en güzel fesleğenli lazanyayı yedim diyebilirim. Her kim Roma'ya giderse buraya uğramadan gelmemeli bence. Fırına girdiğinizde önce pizzaların olduğu tezgah karşılıyor sizi. İtalyanlar Rosso veya Bianco pizzaları ekmek gibi kullanıp arasına şarküteri malzemesi koyduruyorlar. Rosso-domates soslu pizza, Bianco ise beyaz, yani pizza hamuru.. Önce bir bu tezgahı pas geçin derim ben ve sol taraftan içeri doğru geçip ev yemeklerinin olduğu tezgaha gidin ve gözünüze güzel gelen yemeklerden ortaya karışık yapıverin.. Pişman olmayacaksınız. Biz fesleğenli lazanya, parmesanlı patlıcan ve enginar aldık. Çıkarken de tadına bakalım diye pizzalardan da alıp paylaştık. Patlayana kadar yedik.. Fırın olduğu için fiyatları da gayet uygun. Şarap da içebilirsiniz yemeklerin yanında aklınızda olsun.
Gidin, bana dua edeceksiniz eminim.. :)

Yemek duraklarını da yazdığımıza göre sıra geldi Napoli,Pompei ve Tivoli yazılarıma.. Azzz sonraaa.. :)

1 Nisan 2015 Çarşamba

Her Yol Roma'ya..

En sevdiğim ülkenin başkenti..İtalya'nın yerinin benim için diğer ülkelerden farklı olduğunu, gezmekten hiç bıkmayacağımı, her gittiğim şehrine tekrar tekrar gidebileceğimi bilenler bilir. Baştan sona tüm İtalya'yı arabayla gezmek gibi bir isteğim de var şu hayatta. O kadar bol izni  ne zaman ve nasıl alırım bilemiyorum ama var işte.. Bir gün mutlaka.. :)

Roma biletlerimizi çooook önceden aldık aslında. 6 ay önceydi. THY'nin promosyonunu görüp atlamıştım hemen. 6 ay geriye saymakla geçti. Son 1 ay kala arkadaşlarımızın da gelmeye karar vermesiyle 2 çift, 13 Mart  akşamı Atatürk Havaalanı'ndan çıktık yola.. Gece 23.00 gibi Roma Fiumicino Havaalanı'na inmiştik bile. Havaalanından merkeze gitmek için tren, otobüs ya da özel transfer kullanabilirsiniz.. Tren bileti sırası yüzünden son treni kaçırdık biz. Otobüsün kalktığı terminal ise uzaktaydı. O yüzden mecburen özel transfere mahkum olduk. Bu yolu tercih edeceklere tavsiye: kesinlikle pazarlıksız binmeyin arabaya. Otobüsler 9 euroydu yanlış hatırlamıyorsam. Tren ise 11 euroydu kişi başı.

Otelimizi Termini tren istasyonu çevresinden seçmiştik. B&B Sergio House. Bu bölge için internette araştırma yaptığınızda çok tekin değil gibi yorumlar okuyabilirsiniz ancak biz herhangi bir sorun yaşamadık. Evet çok süper, lüks otellerin olduğu bir bölge değil tabi ki ama basic bir konaklama için gayet iyi.  Merkez tren istasyonu  bölgesi olduğu için gitmek istediğiniz her yere ulaşım çok kolay. Şehirdeki 2 metro  hattının kesişim noktası bu istasyon.  Yakın şehirlere gitmek istiyorsanız da yine bu istasyondan trene binmeniz gerekiyor. Ayrıca havaalanından gelirken de shuttlelar ve trenler de burada bırakıyor ve buradan alıyorlar yolcularını. Daha ne olsun ...


Otelimiz istasyona gerçekten çok yakındı. Yürüyerek 5 dakika bile sürmüyordu diyebilirim. Her zamanki gibi booking.com dan yaptırdık rezervasyonu. Binanın sadece 2 katı otel, diğer katlar halkın yaşadığı daireler.. Eski ve gerçekten çok dar bir asansörü vardı binanın. Zor sığıyorduk diyebilirim. Ama şirindi.. Temel mobilyalarla döşenmiş, temiz, sade bir odaydı kaldığımız. Zaten yatmadan yatmaya geldiğimiz için bizim için merkezilik ve temizlik ön plandaydı.

5 gün Roma'da kalacağımızı duyan çoğu kişi o kadar gün ne yapacağımızı merak ediyordu.Ama 5 günün sonunda diyebilirim ki 5 gün bile yetmedi. (Bunu 3.kez Roma'ya giden biri olarak söylüyorum :)) Yani tabi ki 5 günün hepsinde Roma'da değildik. 1 gün Pompei ve Napoli'ye gittik. 1 gün de Roma'ya 1 saat uzaklıktaki Tivoli'ye, öğleden sonra da Castel Romano outlete gittik. Yani topu topu 3 gün Roma'yı gezdik. Ama bir daha gitmenin planlarını yapıyorum bile. Benim 3. ziyaretimdi ama Altan ilk kez gittiği için  mecburen turistik yerlerini gezmemiz şarttı. Arkadaşlarımız da daha önce gitmişlerdi turla ama onların da eksikleri vardı. 4.gidişimde artık tam anlamıyla keyif gezmesi olacak sanırım benim için. Hala görmediğim mahalleleri,  tatmadığım yemekleri, kaldırımlarında dolaşmadığım sokakları var.

Roma mimari açıdan insanı büyüleyen bir şehir. Bir şehirdeki binaların hepsi mi güzel olur?! Şehri gezerken binalara bakabilmek için insanın kafası hep havada geziyor neredeyse.. "Bu bina kesin önemli bir yer, ne acaba?" diye düşünüyorsunuz ama hayır, sıradan bir bina işte. Bir binanın görkemli olması için şartlanmışız kesin ya kilisedir, ya müzedir, ya devlet dairesidir, tiyatrodur, operadır vs.vs.. :) Roma bu şartlanmanızı yıkacak bir şehir bu açıdan..

Bu arada ulaşım araçlarını kullanmayı düşünüyor ve Roma'da 3 gün ve daha fazlası bir süre kalacaksanız Roma Pass almanızı öneririm. Kartın ücreti biz gittiğimiz zaman 36 euroydu. Fazla demeyin zira bu kartla ilk 2 müzeye girişiniz de ücretsiz. Kolezyum, Roma Forumu da bu müzeler içerisinde. Kolezyum önündeki uzuun sırayı görünce buna değdiğini anlayacaksınız. Zira o sıranın bir yerlerinde Roma Pass yazan ve üzerinde bir ok olan bir tabela göreceksiniz. Hemen o tabelanın gösterdiği yere dalın ve kuyruktakilere el sallayıp giriverin içeri.  :)

Kart aynı zamanda metro, otobüs araçlarında da geçerli. Kartı satın aldığınızda bir dosya içinde veriliyor. Dosya içerisinde Roma haritası, kartın geçtiği müzelerin listesi de bulunmakta. Kartın geçerliliği ilk kullanımınızda başlıyor ve 3 gün kullanabiliyorsunuz. Daha ne olsun??!!

"Roma'yı gezmeye nereden başlamalıyız?" sorusunun cevabı bence "Colloseum" yani "Kolezyum". Aynı ismi taşıyan bir metro durağı da var. Bu arena hakkında birşeyler okumayan, neye benzediğini bilmeyen yoktur herhalde. İmparatorlar halkı ve kendilerini eğlendirmek için burada gladyatör dövüşleri düzenliyorlarmış Burası 2007'de Dünyanın Yeni 7 Harikası'ndan biri seçilmiş.



Bu arada metrodan çıkar çıkmaz günümüz modası selfie çekebilmeniz için  çubuk satan bir sürü satıcı göreceksiniz. Pazarlığa açıklar. Elinizde bir çubuk olsa da ikinciyi almanız konusunda ısrarcılar da aynı zamanda. Biz de bunlardan bir tane edindik ve iyi ki de almışız. Selfie çekerken çok da eğlendik. Ustalaştık da kısa zamanda.. :)





Kolezyum'dan çıktıktan sonra gladyatör kılığındaki İtalyanlarla fotoğraf da çektirebilirsiniz-tabi ki cüzi bir miktar karşılığında.. :) Sırada Roma Forumu (Foro Romano) var. Antik Roma'nın merkez bölgesi. O dönemde ticaretin, adaletin de yürütüldüğü yer işte burasıymış. Forum akşamları da ışıklandırılıyor ve güzel bir görünüme sahip oluyor.  Forum içerisinde birçok tapınak,(Romulus, Satürn, Venüs ve Roma, Vesta, Antoninus ve Faustina), bazilika(Aemilia, Julia,Maxentius ve Konstantin) da bulunmakta.




Forum’a Kolezyum tarafındaki kapıdan girip Vittorio Emmanuele anıtına yakın yerden(Piazza Venezia) çıkabilirsiniz. Bu anıt İtalya’nın ilk kralı 2.Vittorio Emmanuele’i onurlandırmak için yapılmış. Acaip heybetli, kocaman bir yapı. Tüm o merdivenleri çıkarsanız tepeden güzel bir manzara fotoğrafı da çekebilirsiniz.Veya anıtın karşısındaki Via Del Corso(Corso caddesi)’ya doğru gidip tam köşede durup bizim yaptığımız gibi anıtın tamamını gören anı fotoğrafları çekebilirsiniz.(Aman dikkat, otobüslerin tam döndüğü nokta olduğu için ezilmemeye çalışın..


 Ve Via Del Corso..Alışveriş caddesi.. Her tür yerel veya yabancı markayı bulmak mümkün.. Roma’da turistik hayat bu caddede ve caddeyi kesen sokaklarda.. Bu caddenin en sonunda Piazza Del Popolo yani Halk meydanı bulunmakta. İstenirse metro ile de gitmek mümkün. Piazza del Popolo’nun tam ortasında bir dikilitaş bulunmakta. Meydanın bir tarafında Santa Maria Del Popolo kilisesini görmek mümkün. Bu meydan aynı zamanda Romalıların protesto, miting meydanı olarak da kullanılıyormuş..


 Roma’nın Vatikan harici,turistik yerlerinin hemen hepsi Via Del Corso etrafında toplanmış. İster kolezyumdan Halk meydanına kadar yürürken aralara girerek gezin, ister Kolezyum’dan metroya binip İspanyol merdivenleri metro durağında inin ve bir sağa, bir sola, bir yukarı, bir aşağı sokakları keşfedin.(Biz bir sonraki yazıda anlatacağım makarnacının öğlen servisine yetişmek için öyle yaptık mesela.) Roma’ya gidip İspanyol merdivenlerini, Trevi çeşmesini görmeyen yoktur herhalde.. Ben merdivenleri ilk gördüğümde hayal kırıklığına uğramıştım.. Zira gördüğüm tüm fotoğraflarda merdivenlerde çiçekler vardı kocaman saksılarda, oysa o çiçekler sadece ilkbaharda konuluyormuş. Diğer zamanlarda bildiğin çıplak merdiven işte.. Hiçbir özelliği yok.. Yine de havasını teneffüs etmek için basamaklarında oturup dondurma yiyip bir de etrafı seyredebilirsiniz tabi..

Merdivenlerin tepesinde Trinita’ dei Monti Kilisesini görmek mümkün. Bir de hep merak ettiğim bir yer var aslında: merdivenlerin hemen dibinde bir Çay Evi..-Babington’s Tea Rooms. İtalya’da bir İngiliz çay evine gitmeye çok gerek yok diye hiçbir gidişimde içine girmedim ama dıştan görünüşü hep cezbediyor beni.. Bu merdivenlerin tam karşısında aşırı pahalı markaların olduğu Via Condotti var. Prada, Gucci,Armani, Dior, Cartier, vs.vs. hangi markayı ararsanız orada bulabilirsiniz.. Via Condotti’yi kesen sokaklar ise tam avare avare gezmelik.. Bir sürü trattoria, cafe,hediyelik eşya dükkanları, bar(bu arada İtalya’da Bar yazan bir yer gördüğünüzde sanmayın ki bu bizim bildiğimiz bar.. Kahve içebileceğiniz, sandviç yiyebileceğiniz yerler buralar. Birçoğu akşam tam bar olmasa da insanların ellerine içkilerini alıp masada veya ayakta takılabileceği yerler oluyor...)

Sırtınızı İspanyol merdivenlerine dönerseniz sağa doğru yürüdüğünüzü varsayarsak da karşınıza Via Del Croce sokağı çıkacaktır. Bu sokakta ise keşfedilmeyi bekleyen ve keşfetmeye değer yerel lezzetlerin olduğu restoranlar bulmak mümkün.. Bu lezzetlerden de bir başka yazıda bahsedicem ayrıca..


 Ve tabi ki Trevi Çeşmesi veya Aşk Çeşmesi.Dünyadaki en ünlü çeşmelerden biri..Üç yol kavşağında bulunduğu veya üç yeraltı su yolu bu noktada toplandığı için Trevi adı konulduğu düşünülüyor. Her gittiğimde içine para atarım omzumun üstünden, Roma’ya geri döneyim diye.. Ama maalesef bu sefer atamadım çünkü çeşme tadilattaydı.. Olan Altan’a oldu tabi.. Etrafı çevrilmiş, içi bomboş Trevi Çeşmesi’ni ucundan azıcık görebildi sadece..Kısmet işte..

 Her turistin Roma’da gezip gördüğü yerlerden benim en sevdiğim Piazza Navona.. Navona meydanı yani..Meydana adım attığınız anda müzisyenler, ressamlar,karikatüristlerle burun buruna gelmeniz olası.. Meydanın etrafında da çeşit çeşit cafe,restoran, mağaza bulunmakta. Ayrıca meydanın ortasında 4 farklı kıtadaki 4 nehri(Avrupa’da Tuna Nehri,Asya’da Ganj Nehri,Amerika’da Rio de la Plata,Afrika’da Nil nehri) simgeleyen Bernini’nin eseri olan 4 Nehir Çeşmesi(Fontana dei Quattro Fiumi) ni de görebilirsiniz.


Biz bu meydanda iken burada bulunan Sant’Agnese In Agone kilisesinde bir cenaze merasimi vardı. Meraklı Türkler olarak hemen girdik ve bir süre izledik de.

Bu arada Navona meydanına Pantheon tarafından girdiğinizde hemen oracıkta bir mağaza var mutfak eşyaları,aksesuarları falan satılıyor. Acaip güzel bir dükkan. Alışveriş severlere duyurulur..

Navona meydanına yakın, görülmeye değer bir başka yapı ise meşhuuuuuuurr Pantheon. Kelime anlamı Yunanca “tüm tanrıların tapınağı”. Burası tüm Roma yapıtları içerisinde en iyi korunmuş olanı ve muhtemelen de dünyada döneminin en iyi korunmuş binası.(Kaynak:Wikipedia). Burası Roma’daki en eski beton kubbeli bina aynı zamanda.7. yüzyıldan bu yana kilise olarak kullanılmakta.İlginç bir ayrıntı: Tepesinde daire biçiminde bir boşluk var. Kubbesinin çapı 43 metre ve içeriye hiçbir şekilde yağmur girmiyor.. ??!




 Navona meydanından devam edip “Campo dei Fiori” tabelasını takip ederseniz de yine bir Roma klasiği olarak çok şirin bir başka meydana daha kavuşabilirsiniz. Campo dei Fiori yani Çiçek meydanı.. Bu meydanda da yine etrafında restoranlar, cafeler olmakla beraber, tam ortasında rengarenk çiçekler satan yerler ve Pazar hariç hergün kurulan Pazar bulunmakta. Pazarda İtalya’ya özgü peynirler, şarküteri ürünleri, sebze,meyve, zeytinyağı, balsamik sirke vs.. bulmak mümkün.Ve tabiki Roma mutfağının vazgeçilmezi enginar da bulabilirsiniz mevsimindeyseniz.. Biz bu meydana gittiğimiz gün bardaktan boşanırcasına, çılgın bir yağmur yağıyordu. Meydana ulaştığımızda heryerimizden sular damlıyordu resmen.. Dolayısıyla dışarıda kısa bir tur attık ve maalesef fotoğraf çekmemişim(oturduğumuz kafede 1 tane var o kadar). Bir dahaki sefer için not düşüyorum kendim için.. Fotoğraf çekmesem de, hiç aklımızda yokken yağmur sebebiyle bir kafede oturduk ve bol bol meydanı izledim.. Fotoğraflar aklımda.. :)

 Hepsi birbirine çok yakın, yürüme mesafesinde olan yerlerdi şimdiye kadar bahsettiklerim.. Roma’ya gidip görmeden dönmemeniz gereken bir başka yer ise tabi ki Vatikan. Vatikan müzesi ve San Pietro Katedrali muhakkak ziyaret edilmeli. Vatikan’a metro ile gitmek istiyorsanız Ottaviano durağında inmeniz gerekmekte. Vatikan müzesi için internet sitesi üzerinden bilet almanızı şiddetle öneririm. (http://www.museivaticani.va )Böylece upuzun bir kuyrukta bekleme zahmetine katlanmaz ve vaktinizi boşa harcamazsınız. Müze tam anlamıyla muhteşem..Kesinlikle gezilmeli. Pazar günleri kapalı olduğunu da belirtmekte fayda var. Tam bilet 16 Euro.. Bence verdiğiniz paraya kesinlikle değer bir müze.. Heykeller,resim galerileri, meşhuuurr Sistine şapeli görebileceklerinizden bazıları. Toplamda 1400 odası olan oldukça büyük bir müze. Bu sebeple tam gün olmasa da yarım gününüzü ayırmanızı tavsiye ederim. Gezi boyunca gözünüzü tavanlardaki resimlerden, işlemelerden alamayacağınızı da garanti ederim.




 Sistine Şapel’e gelince.. Aşırı kalabalık bir oda ile karşılaşacaksınız ama yılmak yok. İçeride mutlak sessizlik hakim. Zaten sessiz olmazsanız bir görevli sürekli “şşşşş” diye uyarıyor kalabalığı..Burası Papa seçimlerinin yapıldığı mekan olmasıyla da biliniyor.Şapelin içindeki duvarlarda Kutsal Kitap’tan kurgulanan sahneler, papaların portreleri resmedilmiş. Ünlü İtalyan Rönesans ressamlarının eserleri duvarlarda görülebilir. Tavanında ise Michelangelo tarafından yapılan, “Adem’in Yaratılışı” ve “Kıyamet Günü” fresklerinin bulunduğu sahneler var.Ve tek kelimeyle muhteşem!. Bu freskler 1984-1994 yılları arasında restore edilmiş. Hatta renkler öngörülenden daha parlak olduğu için restorasyon çok eleştirilmiş. Bu odayı Dan Brown’un Melekler ve Şeytanlar kitabından uyarlanan aynı adlı filmde de Papa seçiminde görmüşlüğünüz olabilir. Bu da bir hatırlatma olsun.. Şapelde fotoğraf çekmek yasak ama çılgın fotoğrafçı Altan’a bu konuda yasaklar pek dayanmıyor malum.. Bir yolunu bulup çekti ama az daha yakalanıyordu. Deklanşör sesi duyulunca görevli hemen sesleniverdi ama tam odanın çıkış kapısının yakınındaydık ve kendimizi dışarı atıverdik resmen..

 Müzenin çıkışına doğru yönlendiğinizde de yine sizi etkileyecek bir başka detayla karşılaşacaksınız. Merdivenler.. döne döne aşağı inen spiral merdivenler var.


Müzeden çıktıktan sonra tabelaları takip ederek San Pietro meydanına ulaşabilirsiniz. Bu alan dünyanın en büyük meydanlarından biri. Meydanda gördüğünüz sütunlu mekanlar ve düzen Gian Lorenzo Bernini’nin eseri. Papa her yılbaşında meydanda toplanan Katolik ve diğer mezhepten dinleyicilerine burada sesleniyor ve mesajlarını okuyor..Burada da yine ağzınızı hayranlıktan bir karış açık bırakacak, neresine bakacağınızı şaşıracağınız, muazzam bir yapı göreceksiniz hazır olun..



 İçeri girmek için hatırı sayılır bir sıra beklemeniz gerekecek ama sakın vazgeçmeyin. Hiçbir şekilde pişman olmayacaksınız. Bu yapının ismi de Aziz Petrus veya San Pietro Bazilikası. Roma’daki en büyük 4 bazilikadan ikincisi. (Bunlar sırasıyla St. John Lateran Bazilikası, San Pietro Bazilikası, Santa Maria Maggiore Bazilikası,Surların dışındaki Aziz Paulus Bazilikası) (Kaynak:wikipedia). San Pietro’nun kubbesi Roma’nın silüetlerindeki en önemli parçalarından. Hıristiyanlığın en büyük kilisesi.23000m2 arazi üzerine kurulu,60000 kişi kapasiteliymiş. Biz bu sefer müze sonrası gidişimizde kilisenin içine giremedik aşırı yağan yağmurda uzun süre sıra beklememek için. Son gün sabahın 7.30unda kalkıp gittik Altan ile tekrar ama yine Papa’nın halka seslenişi vardı. 12e kadar kapalıydı kiliseye giriş. Yılmadık, bu bahane ile hemen az ilerisindeki Castel Sant’Angelo’nun içini gezdik ve sonra biraz uyanıklıkla sırada çok beklemeden hemen girebildik.. İçerisi şimdiye kadar gördüğünüz belki de en muhteşem kilise olacak bunu tekrarlıyorum..



 Katedrali de gezdikten sonra gelelim Vatikan’ın bence keyfi gezilecek olan yerine: Castel Sant’Angelo. Yani Aziz Melek Kalesi İlk 2 gidişimde sadece önünde fotoğraf çektirmiştim ama bu sefer yukarıda da bahsettiğim gibi meydana ve katedrale giriş kapalı olunca vakit geçirmek için “hadi buraya girelim” dedik. Pişman olmadık ama hani olmazsa olmaz değil bence içeriye girmek Bu kale de yine “Melekler ve Şeytanlar” kitabını okuyanlar için tanıdık.Burası 13.yüzyılın sonlarında Papalık tarafından tehlike anında kaçış yeri olarak kullanılmış. San Pietro Bazilikası ve kale arasında Passetto di Borgo isminde gizli bir koridor da yapılmış. Kale aynı zamanda hapishane olarak da kullanılmış. İnfaz ve işkence odaları da bulunmakta.



Vatikan’ı da bitirdikten sonra artık keyfinize, vaktinize göre başka yerlere geçme zamanı.. Trastevere bölgesine gidilebilir mesela. Kelime anlamı: Tevere nehrinin karşısı gibi birşey.. Tipik bir İtalyan mahallesi. Üniversiteye de yakın olması sebebiyle üniversite öğrencilerinin de tercihlerinden. Akşam iş çıkışı gidilen aperitivo mekanları burada çokça bulunmakta. Eskiden turisterin pek uğramadığı bir yerken son yıllarda popüler olmaya başlamış. Doğal,sade, bohem kelimeleriyle bahsediliyor bu bölgeden. Dar sokaklarda çeşit çeşit cafe, trattoria, bar,pizzeria bulmak mümkün. Burada bir de içi yine muhteşem olan, kaçırılmaması gereken bir kilise de var: Santa Maria di Trastevere.. Roma’daki en eski kiliselerden biri. Veya yazın gidenler için daha önceki deneyimlerimden Villa Borghese’i de öneririm.. Sakin, huzurlu bir gün geçirebilirsiniz bahçesinde.. Bu arada Roma’ya otobüsle 25km mesafede bir de outlet var: Castel Romano Designer Outlet. Termini istasyonunun dışından otobüs kalkıyor.Termini’den kalkış saatleri 09.30-09.55-11.30-12.30-15.00 Dönüş saatleri ise: 10.45-13.45-17.15-20.05 .Otobüs biletleri 15 Euro. Burada hangi mağazaların olduğunu öğrenmek isterseniz: http://www.mcarthurglen.com/it/castel-romano-designer-outlet/en/

 Tabi ki Roma bu kadarla sınırlı değil. Gezmekle, keşfetmekle bitmez. Hem daha yediğimiz, içtiğimiz var değil mi?!:) Ama önce son bir özet geçelim bizim 5 günlük seyahatimizle ilgili..
Roma gezi planı arayanlara da aşağıdaki güzergah yardımcı olabilir.. İşte bizim 5 gün Roma merkezli gezimizin planı:
 1.gün: Kolezyum,İspanyol Merdivenleri,Piazza del Popolo,Via del Corso, Vittorio Emmanuele Anıtı,Pantheon,Piazza Navona, Piazza Barberini, Via Veneto
2.gün: Pompei ve Napoli
3. gün: Foro Romano, Campo dei Fiori,Vatikan Müzesi, San Pietro meydanı(sağanak yağmur dolayısıyla sıra beklemedik kilise için), Trastevere mahallesi
4.gün: Tivoli, Castel Romano Outlet
5.gün: San Pietro meydanı ve San Pietro Katedrali, Castel Sant’Angelo, Sokaklar ve havaalanı