16 Ağustos 2012 Perşembe

Bir başka olur Kuzey Ege'de bahar..

20-23 Nisan tarihleri arasında çekirdek aile Yamanlar ve Yağcılar olarak mitolojik efsanelerin beşiği Kuzey Ege'ye gittik. Bu gezi, her iki ailenin de bebekle gittiği ilk gezmeli tatili olması sebebiyle oldukça önemliydi.. Sabah erkenden çıktık, akşam yemeği saatinde otele geri döndük hep. Bebeklerle tatilin nasıl geçtiği ile ilgili yazımı http://efeiledoludizgin.blogspot.com/2012/04/kuzey-ege-maceras.html dan okuyabilirsiniz.
Enfes yemekler yedik, doyumsuz manzaralar gördük, bol oksijen aldık, keyifli 4 gün geçirdik ve kürkçü dükkanına döndük..
Biz Assos'ta kalmayı uygun bulduk gezimiz açısından. Gezi rotamızda Assos, Akçay, Altınoluk, Kaz Dağları, Ayvalık, Ören, Cunda Adası vardı. Ayvalık veya Cunda tarafında kalsak sadece 1 gün o tarafta olacaktık, diğer günler tekrar Assos tarafına geçecektik. Bu sebeple Assos Eden Garden Otel'de kalmaya karar verdik. Eden Garden Otel, o bölgenin en bilindik otellerinden. 4 yıldızlı bir tesis. Ama açıkçası bize hiç de 4 yıldızlı gibi gelmedi. Odalar gayet bakımsızdı. Yemek ve kahvaltılar son derece az çeşitliydi. Bir şekilde karnınızı doyuracak birşeyler buluyorsunuz ama beklentiyi çok yüksek tutmamak lazım. Sonuçta biz sadece akşamdan akşama otele geldiğimiz için temiz olsun yeterdi.. Bir de bebek yatağı olmalıydı tabi..:) Bu açıdan gayet iyiydi. Genişçe bir park yatağını hemen odamıza getiriverdiler.
İstanbul'dan Assos'a ulaşım için çeşitli güzergahlar bulunmakta.
1.Güzergah: İstanbul-Bursa-Balıkesir-Havran-Edremit-Akçay-Assos olup bu yol için de çeşitli alternatifler mevcut:
*Körfezi dolaşarak gidebilirsiniz.
*Pendik-Yalova veya Yenikapı-Yalova feribotuna binerek körfezi dolaşmadan gidebilirsiniz.
*Eskihisar-Topçular arabalı vapurunu kullanabilirsiniz yine körfezi dolaşmadan.

2. Güzergah: İstanbul Yenikapı'dan Bandırma feribotuna binmek ve daha sonra Balıkesir-Edremit-Akçay-Assos yolunu kullanabilirsiniz. Ancak en kısa yol bu olmasına rağmen en maliyetli yol da bu. Feribot ücreti bir hayli pahalı..

3. Güzergah: İstanbul-Tekirdağ-Çanakkale-Küçükkuyu-Assos yolu. İster E5'ten gidip,isterseniz de Trakya otoyoluna girerek Kınalı gişelerinden Tekirdağ yolu ile Malkara-Keşan üzerinden Gelibolu'ya ulaşıp feribotlarla Lapseki'ye veya Gelibolu Milli Parkı'ndan boğaza paralel ilerleyip Eceabat'tan veya Kilitbahir'den Çanakkale'ye geçebilirsiniz. Ezine'den de geçerek biraz virajlı, dar yoldan Küçükkuyu'ya ulaştınız mı Assos'a geldiniz bile sayılabilir. (E5ten gitmek ile otoyoldan gitmek arasında 80 km gibi bir fark var- otoyol dolaşarak gidiyor biraz daha)

Biz Gelibolu Milli Parkı'nı da gezmek için 3. güzergahtan gittik. Biraz yorucu oldu ama bence değdi doğrusu.

İlk durağımız Çanakkale Şehitler Abidesi idi. Çanakkale Şehitler Abidesi, Türk'ün gücünün tükenmezliğinin simgesi,birlik ve beraberliğimizin kanıtı olarak anlatılıyor. Türk'ün herkesi dize getirebileceğini gösteren  bir anıt. Bu anıtın yapımı bir ara durmuş, daha sonra Milliyet gazetesinin açtığı bir kampanya ile, halkın yaptığı paralarla tamamlanmış, dolayısıyla Türk Milletinin şehitlere armağanı olmuş.
Dört sütun üzerine oturtulan abide milletimizin sağlam temellere dayandığını ve yıkılmaz olduğunu ifade etmekte. Uzaktan bakıldığında da Mehmetçiğin M harfi şeklinde gözükmekte. Anıtın tavanına mozaikten Türk bayrağı işlenmiş. Biz gezmedik ama abidenin altında bir de müze bulunmaktaymış.
Bu arada abidenin bulunduğu yer aşırı rüzgarlı. Çanakkale Boğazı manzarasına hakim olduğundan olsa gerek yerinizde sabit duramıyorsunuz bile..
 
 



Abidenin hemen ilerisinde Çanakkale Şehitler Abidesi Şehitliği bulunmakta.Çanakkale Savaşı'nda şehit düşen yaklaşık 253000 şehidimiz için inşa edilmiş. Genelkurmay Başkanlığı'ndan alınan15000 şehit künyesi içinden 500 er  ve erbaşla 100 subayın künyeleri seçilmiş, mezar taşları yaptırılmış. Gerçekten etkileyici bir yer. İnsanın tüyleri diken diken oluyor, o zamanları, savaşı, vatanı kurtarmak için yapılanları düşününce. Tabi esen rüzgarın da etkisi yok değil bu diken diken olma konusunda;) ..Şaka bir yana gerçekten gezenlerin etkilenmemesi mümkün değil. Hele gezen okul grubu gidip de koca şehitlikte tek başımıza kalınca sessizliğin ortasında..




Anıt ve şehitliğin tam karşısında Çanakkale Savaşları'nda kahramanlık olaylarını anlatan bir rölyef bulunmakta.

                          
Abide ve şehitlik ziyaretinden sonra eski adı Kirte olan Alçıtepe köyünden geçiyorsunuz. Biz burada öğle yemeği molası verdik.1 porsiyon Tekirdağ Köftesi 8 tl idi.
Ayrıca bu köyden geçecek herkese köydeki fırından birer simit yemelerini öneririm. Fırından yeni çıkmış, sıcacık simidin tadına doyum olmuyor valla..:)

Milli Park içerisinde sıradaki durağımız 57.Piyade Alayı Şehitliği oldu. Çanakkale'yi denizden geçemeyen İtilaf Devletleri'nin  25 Nisan 1915 günü Gelibolu Yarımadası'na ve Kumkale'ye asker çıkarmalarıyla Çanakkale kara savaşları başlamış.25-26 Nisan 1915 tarihlerinde Arıburnu'nda karaya çıkıp Conkbayırı'nda ilerleyen çıkarma kuvvetleri, 19. Tümen K.Kur.Yb. Mustafa Kemal'in  25 Nisan günü verdiği "Ben size ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler ve komutanlar geçebilir" emrini uygulayan  Türk birliklerince durdurulmuş. Bu birliklerden biri de Yb. Hüseyin Avni Bey'in komutasındaki 57. Alay'mış.57.Alay'ın başta komutanları olmak üzere 628 kişilik mevcudunun tamamı 25-28 Nisan 1915 tarihleri arasında şehit düşmüş. Şehitlik 1992 yılında ziyarete açılmış.1994 yılında orman yangınında hasar görmüş, ancak onarılarak aynı yıl tekrar hizmeye sunulmuş. Opet tarafından Tarihe Saygı peojesi kapsamında 2011de yenilenmiş.
Burada yatan şehitlerin en küçüğü 9 yaşındaki Saka Çocukmuş.Ayrıca 57. Alay'ın İstanbullu Rum doktoru Yüzbaşı Dimitroyati,Alay İmamı Konyalı Hasan Fehmi Efendi ile beraber burada gömülüymüş.



Daha yolumuz uzun olduğu için gezimizi hızlandırmak durumundaydık. Hemen Conk Bayırı'na doğru yola çıktık.
Conk Bayırı, Çanakkale Savaşları sırasında Anzak Koyu'na çıkartma yapan Anzakların, kendisine çekilme emri verilen ancak bu emri dinlemeyen Mustafa Kemal tarafından durdurulduğu yer. Eğer durdurulmasalardı, Anzaklar yarımadaya hakim olup Eceabat'a kadar inecek ve İstanbul yolunu açmış olacaklardı. Conk Bayırı'ndan panoramik olarak Ege Denizi ve Anafartalar Ovası'da görülebilmekte.
Zaman ilerliyordu ve artık yola devam etme zamanıydı. Kilitbahir'e doğru yola çıktık. Az bir yolculuktan sonra Kilitbahir'e gelmiş ve feribot sırasına girmiştik bile. Kilitbahir'den Çanakkale'ye 7 dakikada geçiliyor. Çok kalabalık değil ama feribot da çok büyük değil.
Çanakkale'den sonra Ezine'den de geçerek Assos'a geliniyor.Biz biraz dolambaçlı ve çoookk kötü bir yoldan indik aşağı. Siz siz olun giderken Assos-Behramkale tabelasından gitmeyin Küçükkuyu üzerinden geçin Assos'a çünkü Behramkale'nin yolu bir felaket.

Otele vardığımızda çocuklar da dahil pestil gibiydik gerçekten. Zaten yolculuğun sonlarına doğru Efe ve Zeyno koltuklarından kalkıp annelerinin kucaklarındaki yerlerini aldılar sıkıntıdan. Otele gidip yemek yedikten sonra dinlenmeye çekildik hepimiz. Ertesi güne enerji toplamak lazım değil mi;)

İlk günümüzde ilk durağımız Burhaniye-Ören. Ören hep çok sevdiğim bir yer olmuştur. Ufacık, tefecik, şirincecik bir belde kendisi. Altın kumlu, geniş mi geniişş,uzun mu uzun bir sahili var.
Ölü sezonda gittiğimiz için sahildeki yerler kapalıydı ama bir tane açık kafe bulduk ve bir kahve molası verdik hemen:)


Kahve molamızı fazla uzatmadan Cunda Adası'na doğru yola koyulduk. Malum.. öğle yemeğini Cunda'da deniz kenarında, balık restoranlarından birinde yemek şarttı. Mezelerimizi, ara sıcaklarımızı seçtik, rakımızı söyledik.. Hele bir de çocuklar da yemeklerini yiyip uykuya dalınca... ooohhh değmeyin keyfimizee..

Cunda...Siz nasıl olduğunu anlamadan sizi içine çeken, daracık, eski sokaklarda yürürken zamanı unutacağınız bir yer. Biz yemek için Cunda Deniz Restoran'da oturduk. Çok da memnun kaldık. Özellikle fiyatlar İstanbul ile karşılaştırdığımızda acaip ucuz geldi bize.. Merak edenler için yazayım 4 kişi 150 tl para ödedik içki dahil üstelik bu fiyata..

Yemek sonrası meşhuur Taş Kahve'de birer yorgunluk kahvesi içebilirsiniz. Tabi yer bulabilirseniz.. Biz önünde fotoğraf çektirmekle yetindik;)

Ara sokaklarda yürümek gerçekten keyifli, huzur veriyor. Burada zaman dursa dedim içimden.. Dursa ve burada kalsak...
Bazen hayatı biz mi zorlaştırıyoruz acaba diye konuştuk hatta bu tatilde.. Daha yalın bir hayat mutlu eder mi acaba bizi? Yoksa büyük şehirin hareketini, karmaşasını, hırslarını arar mıyız? Ne dersiniz?


Ara sokaklarda ilerlerken karşınıza heybetli bir yapı çıkacak: Taksiyarhis Kilisesi.. Adanın en görkemli yapısı olma özelliğini taşıyan kilise yıllara meydan okurcasına duruyor işte orada..Yapım tarihi 1873müş. Kilise içinde balık derisi üzerine işlenmiş Yunus Peygamber'in, Azrail ve Cebrail meleklerinin ikonları bulunmaktaymış. Eskiden içine girilebiliyormuş ancak şu an maalesef mümkün değil..
                             
Kalbimiz Cunda'da kalmış olarak ayrılıyoruz buradan ve Ayvalık'a doğru ilerliyoruz. Yine gelelim diye düşünüyoruz.. Ama bu sefer sadece Cunda'ya gelelim.. Kafa dinleyelim, kaçalım.. Ayvalık'ta kordon boyunda şöyle bir boy gösterip Şeytan Sofrası'na doğru tırmanışa geçiyoruz. Şeytan Sofrası buraya gelenlerin muhakkak uğraması gereken yerlerdenmiş. Öyle diyor kitpalar,turlar..Özellikle gün batımının şahane olduğu söyleniyor. Biz günü batırmadık ama yine de manzara şahaneydi;)
İsmini nereden aldığına gelince; tepeye vardığınızda dilek dilenerek içine bozuk para atılan bir ayak izi göreceksiniz. İnanışa göre bu ayak izi Şeytan'a aitmiş. Diğer ayak izinin ise karşı dağda olduğu söylenmekte. Efsane işte..İnanıp inanmamak size kalmış..;)


Dönüş yolunda Ayvalık'a kadar gelip Ayvalık tostu yemeden dönmeyelim diyip merkezde, bu işin ustası Avşar Büfe'ye uğradık.. Büfenin sahibi fanatik Hülya Avşar hayranı. Bu yüzden büfenin adı Avşar Büfe. Ayrıca masalarda, duvarlarda hep Hülya Avşar'ın fotoğrafları var. Bir an büfe onun sandık valla:)
 
...İkinci günümüzde bu kez Kaz Dağları, Akçay, Adatepe, Yeşilyurt Köyü'nü gezme niyetiyle sabah kahvaltı sonrası yola çıktık.
İlk durağımız Sütüven Şelalesi ve Hasan Boğuldu göleti. Buraya lisede babaannemlerin yazlığına, Akçay'a geldiğimizde piknik yaptığımızı hatırlıyorum. Tam da hafızamdaki gibi olduğunu görüp seviniyorum.. Nedense..:)
Sütüven Şelalesi, Sarıkız yaylasından doğan, Kızılkeçeli çayı üzerinde. Şelalenin ismi Sütüven, tüvleyen yani sıçrayan su anlamına geliyormuş.Kimilerine göre adını şair Mustafa Seyit Sutüven'den almış, kimilerine göre de şair soyismini, burası için yazdığı şiir nedeniyle şelaleden almış..
Bir kayadan duman duman,
Oniki metre atlayan,
Dağ kokusuyla yüklü su,
Boşluğa fırlayınca saç,
Düştüğü yerde üç kulaç
Mavi su, ak köpüklü su.

Hasan Boğuldu Göleti'nin hikayesi ise hayli trajik..Hasan ile Emine'nin acı öyküsünden almış ismini. Sabahattin Ali annesi tarafından Edremit'li olup yörede anlatılan bu trajik öyküyü dinlemiş ve edebi form kazandırarak ölümsüzleştirmiş. Öykü şöyle;
"Bugün olduğu gibi 1800'lü yılların sonlarında da Edremit pazarı Çarşamba günleri kurulurdu.
Yörenin tüm köylüleri Çarşamba günleri Edremit'e gelir malını satar, ihtiyacını alırdı.
Kazdağı'nın 1500 m yüksekliğinde, Sarıkız zirvesinin eteğinde kıl çadırlarından kurulu yüksek
obanın güzel kızı Emine de böyle bir Çarşamba günü Edremit pazarına iner ve Zeytinli
Köyü'nün yakışıklı delikanlısı ile gözgöze gelir.
Sevdalanan iki genç her Çarşamba günü buluşurlar. Emine beş saatlik yoldan getirdiği sütü,
peyniri, balı Hasan'a verir, bahçıvan olan Hasan'dan ihtiyacı olan sebzeyi alırdı. Pazar dönüşü
birlikte zeytinli Köyü'ne kadar yürürler, Emine oradan ayrılır ve daha dört saat sürecek olan
zahmetli dağ yolundan obasına dönerdi.
Gençler evlenmeye karar verirler. Hasan'ın içgüveysi olarak obaya gitmesi sözkonusudur.
Onu babasız büyüten annesi oğlunun mutluluğu uğruna yalnız kalmaya razıdır. Emine'nin
ailesi ise bu evliliğe karşı çıkar. Oba yörük obasıdır, Emine de yörük kızı. Aile, Hasan'ın zor
doğa şartlarına dayanıp dayanamayacağını sınamaya karar verir. Sınav başarılı olursa
Emine'yi istemiş olan obanın gençleri de yiğitlik gösteren Hasan'ı kabulleneceklerdir.
Hasan annesi ile helalleşir, anlaşma gereği 40 okka (yaklaşık 60 kilo) tuz dolu çuvalı sırtlanır
ve Emine ile obaya doğru yola çıkarlar. Önlerinde dört saatlik zorlu bir dağ yolu vardır. Bir
saat sonra Beyoba Köyü'ne varırlar. Tuz hasan'ın sırtını yakmaya başlar.İkinci saatte şimdiki
Sutüven Şelalesineulaşmışlardır. Yol dere içinde kaybolmuş, taştan taşa atlamak Hasan'ı
yormuş, dizleri titremeye başlamıştır. Gökbüvet'e geldiklerinde Hasan'ın gücü biter ve yere
düşer. Emine çaresizlik içinde Hasan'ı yüreklendirmeye çalışır, ancak hasan ayağa kalkamaz.
Emine'ye yalvarır, başka yerlere kaçmayı teklif eder.

Emine ise katıdır, ailesine ve obasına söz vermiştir. Hasan'ın yakarışlarına yanıt vermez ve
çuvalı sırtlayarak obanın yolunu tutar. Hasan ise ardından "beni bırakma,senin köyüne
gelemiyorum,köyüme de dönemem"diye acı acı haykırır. Emine derenin uğultusuna karşın
Hasan'ın umutsuz çığlıklarını hep duyar. Obaya vardığında çok pişman olur ve geri dönmek
ister. Ancak ailesi gece vakti onu ormana bırakmaz.
Sabahın ilk ışıkları ile Emine, doğru Gökbüvet'e koşar ama Hasan yoktur. Annesine
gider, Erdemit'e koşar ancak kimse Hasan'ı görmemiştir. Bir daha obasına geri dönmeyen
Emine kulaklarında Hasan'ın onu çağıran sesiyle dere boyunca mecnun gibi dolaşır
durur. Günler sonra Hasan'a hediye ettiği çevreyi Gökbüvet'in çılgın suları içinde fark
eder."Yanına geliyorum Hasan" diyerek bu çevre ile kendini ulu çınara asar. O gün bugün Gökbüvet'in adı Hasanboğuldu,dallarını büvetin suları içine sallandıran çınarın adı Emine
Çınarı olur. "
Buradan çıktıktan sonra kuzuların öğle yemeği vakti geldiği için Akçay'a girdik ve sahil kenarında Yörsan'ın kafesine oturduk. E hazır onlar için mola vermişken biz de yemek işini aradan çıkartıverdik..
Hızlıca yenilen yemek sonrası istikamet Adatepe köyü oldu. Bugünkü gezinin en keyifli kısmıydı bence..

Adatepe, Kaz Dağları köylerinin içinde en dikkat çekenlerden biri. Küçükkuyu'dan 4km. dağa doğru çıktığınızda karşınıza çıkıyor. Köyün tarihinin antik çağlara dayandığı söyleniyor. Köye girmeden hemen önce Zeus Altarı'nın girişi var.Giriş kapısından 700 m kadar yürüyünce tepede Zeus Altarı'na ulaşacaksınız.Burada bütün körfezi görebileceğiniz harika bir deniz manzarası var. İlyada'da bahsedilen ve Zeus ile Hera'nın Troya savaşını izledikleri antik Gargaros tepesinin de burası olduğu sanılıyormuş.

Cumhuriyet öncesi Türk ve Rumların beraber yaşadığı köyde mübadeleden sonra Rum nüfusu kaybolmuş.Zamanında hem zeytincilik hem de hayvancılıkla uğraşılıyormuş ama günümüzde sadece zeytincilik yapan az sayıda köylü kalmış.
Adatepe, 1989 yılında sit alanı ilan edilmiş ve eski taş evler koruma altına alınmış.Son yıllarda özellikle İstanbul'dan yerleşenler olmuş ve evlerin çoğu restore edilmiş. Ancak hepimizin ortak görüşü;bu restorasyonun köyün büyüsünü, görüntüsünü bozduğu yönünde. Tamam baktığınız zaman çok güzel, bakımlı bir köy ama.. İşte birşeyler bozulmuş gibi.. Köy khvesinde oturduk epey bir süre.. Adı köy kahvesi ama bir tane bile köylü yok. Köy kahvesinde bira vardı ya daha ötesi var mı:)
Ama yine de.. bütün gün burada otursak dedik valla..:)


Keşke sabahtan gelseydik diye söylene söylene arabalara binip bir sonraki durağımız olan Yeşilyurt Köyü'ne doğru yola çıktık.
Bu arada dağdan indikten sonra Küçükkuyu'ya girmek üzereyken Adatepe Zeytinyağı Müzesi var. Türünün ilk örneği oalrak sayılan bir müze burası.Eski zeynityağı presleri,zeytin toplama aletleri, taşıma ve saklama kapları, çeşitli folklorik objeler görülebilir.Ayrıca geleneksel usulde zeytinyağı sabun yapım tekniği de açıklamalı olarak sergilenmekte.Müzeye giriş ücretsiz bu arada.

Gelelim Yeşilyurt Köyü'ne.. Burası da yurdum insanının dizi merakından nasibini almış ve Karadağlar dizisiyle ünlenmiş bir köy. Butşk otelleriyle ünlü. Eski adı Büyük Çetmi.Köy Küçükkuyu sahiline 3 km uzaklıkta, zeytin ve çam ağaçları ile çevrili.Ama körfez manzarasına da açık.
Köyde evler yöreden çıkarılan taşlarla yapılmış. Sit alanı olduğu için artık yeni ev yapılmıyor, sadece eski evler restore ediliyor.Son yıllarda büyükşehirlerden göç almaya da başlamış.Taş evler çok değerlenmiş ve bir kısmı butik otel olmuş. Zaten köy aşırı kalabalıktı, arabayı park edecek yer zor bulduk. Biz çıkarken de Kaya Çilingiroğlu ve Feraye Tanyolaç ikilisi gelmiş ve parl yeri arıyorlardı..
Burada da yerli halk zeytincilikle uğraşıyor. Kendi ürettikleri salça, tarhana,kurutulmuş otlar,zeytin,reçel çeşitlerini de satıyorlar.

Bu arada köy meydanında bir köy kahvesi var burada da.. Dışında sandalyeler çekilmiş ve yola bakarak oturan birsürü köylü var. Ama öyle bir oturmuşlar ki.. Kahvenin camında satılık yazısını da görünce epey bir geyik döndü aramızda.. Sahibi müşteir varmış gibi göstermek için bu adamları buraya oturtmuş dedik.. Veya köy o kadar sosyetikleşmiş ki, bu kahveye de 3-5 köylü serpiştirivermişler hani köy havası var densin diye.. :))
Adatepe ve Yeşilyurt'u kıyaslayarak akşam yemeği için yola çıktık. Son akşam yemeğimizi otelde yemeyip Assos Limanına gitmeye karar vermiştik.
Assos Limanına çok kötü, virajlı, inişli çıkışlı bir yoldan giderek ulaştık. Ama yani bir tarafı uçurum olan bir yol. Nasıl gittiğimizi bir biz biliriz.
Liman ufacık tefecik bir yer.. Çok küçük bir alan.. sakin,huzurlu.. Tek eleştirimiz şu oldu; keşke içeriye araba almasalar da daracık sokaklarda arabalar karşı karşıya gelmek zorunda kalmasalar. Limanın girişinde bir alana yapılsaymış keşke o otopark, taa en sonuna yapılacağına..
Neyse efendim limanda şöyle bir yürüyüşün ardından hemen gözümüze kestirdiğimiz Uzun Ev Restoran'a oturduk. İki bebeğimiz de biraz huysuzdu o akşam ve onlar uyuyana kadar zorlandık biraz.. Kah içeride kah dışarıda gezdirdik durduk.. Neyse en sonunda uyudular ve gece bize kaldı..Keyifle yemeklerimizi yedik, rakımızı içtiikk..:) Uzun Ev'in kalamar ızgarasını şiddetle tavsiye ederim bu arada..Fiyatlar yine gayet uygundu İstanbul'a nazaran...


Yemek sonrası da aşırı karanlık ve engebeli yollardan biraz ürkerek de olsa otele gitmeyi başardık.
3.gün sabah kahvaltı sonrası da klasik Yağcı-Yaman "tatilimizin fotoğrafı" konulu fotoğraflarımızı çektik ve İstanbul'a doğru yola çıktık.
İlker ve Cansu ile gittiğimiz her tatilde alışkanlık oldu, özel bir fotoğraf çekiyoruz..

İşte Mudanya...
İşte GAP...
Ve Kuzey Ege...
Bu gezinin fotoğrafları Mudanya gezimize çok benziyor. Hatta Altan ve İlker'in tshirtleri bile aynı.. :) Ama aradaki 2 farkı bulabilecek misiniz bakalım?:)


Not: Bu gezide bebeklerle ilgili maceralarımız için http://efeiledoludizgin.blogspot.com/2012/04/kuzey-ege-maceras.html adresini ziyaret edebilirsiniz.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

valla muthissiniz.hele bebeklerle helal olsun